19 Şubat 2013 Salı

Eğer... Can Yücel'den

EĞER

O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,
arkalarında doldurulması
mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.

Dayanılması o kadar da zor değildir, büyük ayrılıklar bile,
en güzel yerde başlatılsaydı eğer.

Utanılacak bir şey değildir ağlamak,
yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer

Yüz kızartıcı bir suç değildir hırsızlık,
çalınan birinin kalbiyse eğer.

Korkulacak bir yanı yoktur aşkların,
insan bütün derilerden soyunabilseydi eğer.

O kadar da yürek burkmazdı alışılmış bir ses,
hiçbir zaman duyulmasaydı eğer.

Daha çabuk unuturdu belki su sızdırmayan sarılmalar,
kara sevdayla sarıp sarmalanmasalardı eğer.

Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,
öylesine delice bakmasalardı eğer.

Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de
kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer.

Yerini başka şeyler alabilirdi uzun gece sohbetlerinin,
son sigara yudum yudum paylaşılmasaydı eğer.

Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman,
meydan savaşlarında korkular, aşkı ağır yaralamasaydı eğer.

Su gibi akıp geçerdi hiç geçmeyecekmiş gibi duran zaman,
beklemeye değecek olan gelecekse sonunda eğer.

Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,
tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer.

O büyük, o görkemli son, ölüm bile anlamını yitirirdi,
yaşanılası her şey yaşanmış olsaydı eğer.

O kadar da çekilmez olmazdı yalnızlıklar,
son umut ışığı da sönmemiş olsaydı eğer.

Bu kadar da ısıtmazdı belki de bahar güneşleri,
her kaybedişin ardından hayat yeniden başlamasaydı eğer.

Kahvaltıdan da önce sigaraya sarılmak şart olmazdı belki de,
dev bir özlem dalgası meydan okumasaydı eğer.

Anılarda kalırdı belki de zamanla ince bel,
namussuz çay bile ince belli bardaktan verilmeseydi eğer.

Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi, kısacık kestirmelerin ardından,
dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer.

Issız bir yuva bile cennete dönüşebilirdi belki de,
sıcak bir gülüşle ısıtılsaydı eğer.

Yoksul düşmezdi yıllanmış şarap tadındaki şiirler böylesine,
kulağına okunacak biri olsaydı eğer.

İnanmak mümkün olmazdı her aşkın bağrında bir ayrılık gizlendiğine belki de,
kartvizitinde ‘onca ayrılığın birinci dereceden failidir’ denmeseydi eğer.

Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,
ihanetinden onlar da payını almasaydı eğer.

Issızlığa teslim olmazdı sahiller,
Kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer.

Sen gittikten sonra yalnız kalacağım.
Yalnız kalmaktan korkmuyorum da,
ya canım ellerini tutmak isterse…

Evet Sevgili,
Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,
kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,
mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer!!

CAN YÜCEL

I Don't Want To Be A Soldier (original album) / John Lennon

11 Şubat 2013 Pazartesi

Tarantino... Django... Life Of Pi... Hayatta kalmak!

Öğrencilik yıllarındaki sinemaya gitmeye bayılırdım. Büyüdükçe uzaklaştım farkına varmadan sinemadan. Film izlemeyi hep sevdim ama evde izlemekle sınırlı kaldı, sinemaya gitmek zor geldi. Yaklaşık bir yıl oldu sanırım sinemaya gitmeyeli. Ne olduysa bana üst üste iki gün önce ''Life Of Pi' ardından da ''Django''yu izledim. İki bir birinden farklı, tek ortak özellikleri çok iyi olan iki film birden izledim iki gün üst üste.
Henüz izlememiş olanlara iki filmi de şiddetle öneririm. Life of Pi olağanüstü bir görsel şölen sunuyor. 3 boyutlu olması şölenin içinde yer almanızı sağlıyor. Yaşamak ne demek onu çok iyi bir şekilde anlatıyor. Bitmeden gitmenizi ve mutlaka 3 boyutlu olarak sinemada izlemenizi öneririm.
Gelelim Django'ya...
Tarantino denince akan sular duruyor bende. Soysuzlar Çetesi'ni sinemada iki toplamda 6 kez izlemiş olan benim için gitmek kaçınılmaz bir zorunluluktu. Tarantino'nun filmlerinde iyi adam figürü kafa karıştırıcı geliyor bana. Katili çok iyi adam öldürüyor diye sevmek zorunda kalıyorum. Herkes katil ama bazıları iyi adam. Sozysuzlar Çetesi'nde Brad Pitt ve takımı adam öldürdükçe zevk aldım. Her bir cinayeti keyifle, mutlulukla izedim. Nazi subayına gıcık oldum.
Django'da Christoph Waltz adını görünce sevindim oyunculuğunu çok sevmiştim karakterine gıcık olsam da...  Tarantino adeta iade-i itibar yapmış gibi geldi bana. Soysuzlar Çetesi'ndeki ''kötü adam'', katil Nazi subayı, Django'da katil ama ''iyi adam'' olmuş. İşlediği her bir cinayeti büyük birer sanat yapıtına dönüştüren ''iyi'' katili çok sevdim. Oyunculuk yine dört dörtlük ayrıca karakter de iyi bu kez. Jamie Foxx, Samuel L. Jackson, Leonardo Di Caprio, ufacık rolleriyle eski dostlar Don Johnson ve Franco Nero... Tüm kadro iyi döktürmüş. Di Caprio karakterine cuk oturmuş.Yalnızca Di Caprio değil aslında herkesi iyi seçmiş Tarantino.
Tarantino filmlerinde dikkatimi çeken bir konu da müzakere sahneleri. Mutlaka birileri bir müzakereye girer ve siz merakla beklersiniz müzakereyi kim kazanacak diye. Heyecan doludur müzakere sahneleri ve ardınan birileri Tarantino usulü ölür gider.
Şiddet ve tüm şiddet unsurlarından nefret eden ben Tarantino filmlerindeki fantastik öldürmelerden büyük keyif alıyorum, zevkten dört köşe oluyorum.
Bu arada meşhur ''ayak'' sahnesi yok muydu ben mi kaçırdım?
Tarantino severlerin kaçırmaması gereken bir film.
Life Of Pi'da da Django'da da ortak konu hayatta kalmak, işlenişleri farklı olsa da hayatta kalmak !!!
Sevgiyle
Taylanca

9 Şubat 2013 Cumartesi

Eski dostum sigara

1989 yılında başladım sigaraya, sigaradan nefret eden biri olmama karşın nasıl olduğunu anlamadan başladım. Ortaokul ve Liseyi birlikte okuduğumuz, aynı sıraları paylaştığımız, okula birlikte gidip geldiğimiz, birlikte basket oynadığımız Sevgili Serhat ile üniversite sırasında kentler ayrılmıştı. O Adana'da İnşaat Mühendisliği okuyor bense İzmir'de İşletme okuyordum. Mektuplaşırdık, yaz geldikçe de buluşurduk Burhaniye'de, hemen her gün görüşerek gidermeye çalışırdık özlemimizi.
1989'un yazında buluştuk Ören'de denize bakarak çay içeceğiz. Oturduk, paketi cebimden çıkardım ve tuttum Serhat'a. Serhat'ın ilk tepkisi hadi canım oldu. Şakayı bırak sen sigara içmezsin vb cümlelerle sürdü şaşkınlığı. Sigarayı yaktım ve hata ikinciyi yaktım Serhat hala inanmıyor içtiğime. Sen içmezsin diyor başka bir şey demiyor neredeyse. Ertesi yaz buluşmamızda ise aynı tabloyu ben yaşadım. Cebinden paket çıkarıp tuttu ben de yok yaa yemezler dedim. Belki üçüncü sigarasında inanabildim başladığına. Dedim ya ikimiz de nefret ederdik sigaradan ve içilmesinden. Anlam veremezdik insanlar nasıl bile bile zarar verir kendine diye, nasıl başlarlar derdik nasıl başladığımızı anlayamadığımızda anladık nasıl bir şey olduğunu.
Tam 20 yıl içtim. Sonuncusu 2004'te olmak üzere sanırım 7-8 bırakma denemem oldu. Sonuncusu ilaç desteğiyle oldu ki, ''tek bilinçli'' sigaraya başlayışım da ilaçla bırakışımdan yaklaşık iki ay sonra yeter ben sigaraya başlıyorum dediğimde olmuştur.
2004'teki başarısız girişimim sonrası artık bırakamam demeye başladım kendime. Ta ki  2008 sonbaharına kadar. Sağlıksızlık kendini iyice hissettirir olmuş, esaretin düzeyi tavan yapmıştı artık. Neden içtiğini bilmez şekilde içiyordum sigarayı, içenlerin sık kullandığı deyim ile adeta yiyordum. Eylül 2008'de Roma'da kongredeyim, göğüs kafesimde sıkışma hissi. Çok sevdiğim bir hocamız da var kafilemizde, ona danıştım, sorularını yanıtladım sıkıntımla ilgili. Dedi ki reflüdür, dönüşte endoskopi yaptır. Sağlık sektöründe çalışıyor olmanın avantajı gereği ''Mum dibine kara'' deyimini doğrularcasına endoskopiyi ancak 2009 ortalarında yaptırabildim, İzmir'den çömez asistanlığından tanıdığım çok eski bir arkadaşıma danıştım, gel yapalım dedi.
Bu arada yaklaşık 3-4 ay boyunca kafamın içinde şu sorular gezdi yanıtını bulamadığım; ''20 yıldır içiyorsun, eline ne geçti?'' ''20 yıldır içiyorsun da ne oldu?'' ''20 yıldır içiyorsun, gerçekten zevk alıyor musun?'' gibi ve bunlar kurcaladıkça çevremdekilerle paylaşmaya başladım yanıtını bulmak ya da dertleşmek düşüncesiyle. Bulamadım, bulamadık tabii yanıtını, yanıtlarını...
Neyse gelelim Ocak ayına; endoskopiyi yaptı Yusuf, dedi ki reflü nedenlerini ortadan kaldırmazsan anlamı yok. Gazlı içecekler, kahve, sigara gibi maddelerden uzak kalman gerekir vb sözler etti.
Bir kaç gün sonra dedim ki ay sonunda bırakıyorum, önce kendime dedim sonra çevremdekilerle paylaştım. O süreçte çevrenizin size inanmak istemesi ama ümitsiz bakışlarını saklama çalışmalarını görmek bir yandan üzüyor diğer yandan motive ediyordu. Derken 31 Ocak günü geldi çattı. O gün son sigaralı günümdü ne de olsa. Çok yakın bir arkadaşımda kalacağım ve ertesi gün (ilk sigarasız) günümde de yelken antrenmanı için Ataköy Marina'ya gideceğim.
Kafamdan geçen son gün ile ilgili abartılı şekilde sigara içmek ve elimdeki paketin yetmeyeceği düşüncesiydi. Gece saat 00.00 olana kadar içeceğim diye düşünüyordum. Ama öyle olmadı, akşam 10.00-11.00 aralığında pakette sigara olduğu halde son sigaram diyerek bir sigara yaktım ve onu da tam ve keyifle içemeden söndürdüm.
Sabah kalktım, evden çıkarken bir şey eksik geldi, sürekli yanıma aldıklarımdan. Telefon, cüzdan, anahtar eet ya sigarayı bıraktım ben diyerek bindim arabaya. Ataköy'e geldim, tekneye geçmeden önce Emin Pastanesi'nde bir kahve ve sigara içeyim her hafta olduğu gibi diye direksiyonu kırdım, sonra yine bıraktığım aklıma geldi sigarayı bıraktığım ve döndüm marinaya. Tekneye çıktım bir arkadaş sigara tuttu; dedim kendiminkinden içeyim, sonra ya ben sigarayı bıraktım dedim... Bu örnekleri günlerce yaşadım, dile kolay 20 yılın alışkanlığıydı vazgeçilen. Günler geçtikçe motivasyonum artıyordu. Yok saymayı başarmıştım, sanki hiç tanışmamışım gibi davranıyordum yirmi yıllık esiri olduğum arkadaşıma. Daha önceki denemelerimin hiçbirinde 60 günü görememiştim. En fazla 50-55 gün ayrı kalabilmiş ve bir tane içsem ne olacak dedikten bir süre cebimde görmeye başlamıştım paketi. Bu kez işler yolundaydı, canım istemiyor ve savaşmak zorunda kalmıyordum. Ta ki Mart ayının sonlarına gelene kadar. Bir arkadaşımın evindeyim çok yüksek düzeyde sigara istedi canım. Sordum evde var mı diye, yok dedi. Gidip almayı düşündüm bakkaldan. Git geller yaşadım. Kazandım savaşı gidip almadım. Kırılma noktalarının belki de en önemlisi o gündü. Evde sigara olsaydı ya da içen bir olsaydı ortamda...
İlk hedefim 60 gün barajıMı geçmekti. Geçtim. Barajı 6  aya çıkardım. Çalışma için Ege Üniversitesi Hastanesi'ne gittiğimde sevgili arkadaşım Serdar ile karşılaştık. Yıllarca bana sigarayı bıraktırmaya çalışan Göğüsçü arkadaşlarımdan. Sigarayı bıraktım dedim, ne kadar oldu dedi 6 ayı geçti dedim. Bir yıl olmadan bıraktım deme dedi. Baraj çıktı mı bir yıla? Bir yıl geçti iki yıla çıkardım barajı. Bu arada Serdar ve Gürsel ile görüşüp konuşuyoruz, motive ediyorlar beni her görüşmemizde.
Çevremdeki herkes çok ciddi motive etti, sevgili babam da 50 yıllık arkadaşını bırakmıştı benden bir süre önce ki bu da çok yüksek düzeyde cesaretlendirmişti beni. Tanıyanlar bilir babamın sigarayı bırakması olanaksız görünürdü. Ben de madem bıraktım öyleyse sürdür sigarasız yaşamı dedim.
Dört yıl geçti ve içmeyi düşünmedim, düşünmek de istemiyorum.
Darısı sigara içenlerin başına...
Sevgiyle
Taylanca

6 Şubat 2013 Çarşamba

SUSMAK... Özdemir ASAF


SUSMAK

Bir insan olsun
Olsun da burada
Bir insan olsun
Orada

Nerede olursa olsun
Bir insan
Gitse olsun, kalsa olsun
Giderse olan, gitmezse duran

Aranır bir insan bir insanı
Arar bir insanı bir insan

Söylenemiyor çok şey
Susmadan

Özdemir Asaf