26 Aralık 2012 Çarşamba

Can oğlum...

Can oğlumla 10 yıl...
Bugün canım oğlumun doğum günü, bugün can oğlumun 10 yaşını bitirip 11. yaşına giriş günü. Bugün can oğlumla birlikte geçirdiğimiz çok anlamlı yılların onuncusunu devirdik, onbirincisine başladık...
Doğduğu günü dün gibi anımsıyorum, Ege Üniversitesi Tıp Fakültesi Eğitim Araştırma Hastanesi'nde doğumhane girişinde beklediğim heyecanlı saatlerin sonunda saat 11.30 civarında kapıda beliren ebenin kucağındaydı benim kucağıma verilmeden önce. Kucağıma aldığımda yaşadığım görkemli duygu çok büyük bir mutluluktu. Bu mutluluğun tanımını nasıl yapabilirim bilmiyorum, bildiğim tek şey mutluluğumun görkemi. O görkem ki her geçen gün büyüyor oğlumla birlikte, o görkem ki canıma can katıyor. Kucağıma aldığımda küçücük kaldım can oğlumun görkemi karşısında, mutluluğun gülmek ile ağlamak arasında gidip gelen bir duygu olduğunu öğrendim oracıkta.
Kolay değildi çok sevdiğiniz babanızın yerine geçiyordunuz bir anda. Yıllarca oğul olarak yaşamışken bir anda bir yanınız oğul, bir yanınız baba oluveriyor. Baba olmak mı oğul olmak mı zor derseniz her biri birinden daha zor ama her ikisi de çok mutlu eden çok büyük duygular.
Can oğlumla nice güzel, mutlu ve umutlu yeni yaşlara... O güzel gülüşün sürekli seninle olsun...
Seni seviyorum canım oğlum, seni seviyorum can oğlum...
Sevgimle
Taylanca






 

18 Aralık 2012 Salı

Ne kadar istiyoruz?...

''Dünya, aradığını çok isteyenin bulmak, az isteyenin şikayet etmek, hiç istemeyeninse seyretmek için zaman harcadığı bir gezegen değil mi?''
Buket Uzuner
Su
Sayfa:101

Bilmem Buket Uzuner sever misiniz? Geçtiğimiz ay okuyabildiğim SU kitabında etkilendiğim bir alıntıyı paylaşmak istedim. Ne kadar farkındayız neyi ne kadar istediğimizin? Çevremizdeki insanları düşünelim, yok mu çevremizde bu tanım içerisindeki sınıflamaya uyan kişiler. Aslolan neyi ne kadar istediğimiz değil aslında daha basit ve daha karmaşık: yaşamayı ne kadar istiyoruz? Yaşamak derken adam gibi yaşamaktan söz ediyorum. Coşkulu yaşamaktan, basit yaşamaktan, mutlu yaşamaktan...
Mutluluğa, gülümsemeye, gülümsetmeye...
Sevgiyle
Taylanca

Fotoğraf:
Yeniköy'den Boğaz
Taylanca

4 Aralık 2012 Salı

Efes Pilsen Blues Festival 23 İstanbul

Efes Pilsen Blues Festival 23 İstanbul

Tam bir yıldır hatta geçen yılki İstanbul konserlerinin iptali nedeniyle izleyemediğimi de düşünüce iki yıllık bir özlemimi giderdim iki gün üst üste giderek. İyi ki de gittim kulaklarım ve ruhum bayram etti, ''müzik ruhun gıdası'' değil mi ki etmesin. Gerçekten gıdasıymış kanıtlandı bir kez daha. 1999'dan bu yana 2007 ve 2011 hariç en az bir kez izlediğim ve bağımlısı olduğum festivale kavuşmuş olmak Cuma ve Cumartesi'yi festival için bloke etmemi sağladı. Merak ediyordum 23.Festivalin konuklarını. Adeta koşarak gittim Lütfi Kırdar'a.

İlk olarak gitarını konuşturan Cedric Burnside çıktı sahneye. Cedric Burnside tek başına bir orkestraymışçasına gitarını konuşturdu hatta öttürdü derler ya aynen öyle öttürdü. Hele bir de bağlama çalma sürprizi vardı ki doyamadım çalışına. Sahnedeki sempatik tavırları ve izleyici ile kurduğu sıcacık ilişki tuvalete bile gitmemizi engelleyecek şekilde bağladı neredeyse olduğumuz yere.
Cedric Burnside sonrası sahneye Smokin' Joe Kubek & Bnois King çıktı, tarzları Cedric'ten farklı olmakla birlikte coşkuyu sürdürmek gibi ortak noktaları vardı. Başta iki ihtiyar olmak üzere tüm ekip hareketleriyle sempati topladılar.

Billy Branch & The Sons of Blues'un sahneye çıkmasıyla sürekli yükselmekte olan enerji tavana vurdu. Billy Branch amca benim doğduğum yıl grubunu kurmuş ve o günden bugüne blues yapmaktaymış ki, Emmy ve Grammy ödülleri de kazanmış. Bir de tam 30 kez Avrupa'yı dolaşan Zora Young sahne aldı ki değmeyin keyfimize.

Bu görkemli Blues şöleni sırasındaki bir diğer sürpriz de Billy Branch & The Sons of Blues'un Sevgili Barış Mançomuzun ''Lambaya Püf De'' yapıtını yorumlamalarıydı. İzleyemeyenler internette bulabilirler ki aramaya ve izlemeye değer.

Efes Pilsen Blues Festival 23 7-8 Aralık'ta İzmir konserleriyle son bulacak. İnsana ne iyi ettim de geldim dedirtiyor ki bana bu yıl da iki kez dedirtti bunu :) . Burada değinilmesi gereken bir konu var ki getirilen 24 yaş sınırı özellikle Cuma günü salonun alışılmış doluluğundan uzak oluşu. Çocukların evlendirildiği ve normal görüldüğü bir ülkede 24 yaş sınırı komik mi, trajik mi? !!!

Efes Pilsen Blues Festivallerin programını yapanlara buradan teşekkür etmek istiyorum, her sene bir önceki yılı aratmayacak şekilde program yaptıkları için. Bir de önceki yıllardaki Cahit Berkay'lı Erkin Koray'lı festivaller de özlenmekte, bilmem anlatabildim mi? :)
Sevgiyle
Taylanca

29 Kasım 2012 Perşembe

Boş boş seviyorum demekle olmaz...


Can Baba'dan...

Boş boş seviyorum demekle olmaz.
Göstereceksin sevdiğini, hissettireceksin..
Yapamıyor musun? 
O zaman yoldan çekileceksin. 

Can Yücel
Meraklısına Not: Üstteki fotoğraf  Berlin'de, alttaki Şile'de çekildi.

28 Kasım 2012 Çarşamba

''An Englishman in İstanbul''

Sting Geçti İstanbul'dan...

Yıllarca severek dinlediğim, en çok sevilen Police Sting'i canlı izleyebilecek olmanın heyecanı konserin duyurusunun yapıldığı ilk gün sarmıştı beni. Açıkçası 26 Kasım'a kadar beklemek de zor gelmişti. Ama neyse ki büyük gün de geldi diğer günlerin geldiği gibi.
İki dostumla birlikte gittik konsere. Biletimiz saha içi yer Ataköy'de bu yıl hizmete giren atletizm salonu: Biletix aldığı hizmet bedelinin karşılığını içeri giriş/giremeyiş sırasında sağladığı eziyetle verdi. İstanbul'un sakin ötesi trafiğini ve Ataköy'deki tesadüfi kilitlenme ve buna bağlı karmaşanın üzerine tuz biber oldu Biletix'in hizmeti.
Neyse ki can sıkacak yaşları geride bıraktık ya da yaşadığımız can sıkıntıları bizleri ileri attı da biz yalnızca Sting ve müziğine odaklandık. Aslına bakarsanız bir saat önce konser salonunun önünde olup duyurulan başlama saatinde içeri girebilmiş olmak bizim için şansmış. 21.00'de başlaması gereken konser 21.17 gibi başladı içeri girişlerin bitmemesi nedeniyle. Sting ve ekibi tam 2 saat ara vermeksizin çaldı söyledi.Her bir ekip üyesi çok iyi idi ama kemancısı bir başkaydı. Adam kemanı ile bir bütündü ve konuşturdu, çığlıklar attırdı kemanına.
If I Ever Lose My Faith in You ile başlayıp üçüncü bis sonrası kendi kendine çalıp söylediği Fragile ile bitirdi konseri. Desert Rose yorumu ve yorum sırasındaki eşlikçileri ile de uyumu çok iyi idi, klarnetiyle Serkan Çağrı darbukasıyla Gurur Nar ve adını bilmediğim bir kanuni sting ve ekibi ile sahnedeydi ve çok çok iyi iş çıkardılar.
Sting’e bu turne sırasında uzun zamandır birlikte çalıştığı gitarist Dominic Miller, Vinnie Colaiuta (Davul), David Sancious (klavye) Peter Tickell (elektronik keman), ve Jo Lawry’den (vokal) oluşan ekibi eşlik etti. Meraklısı için playlisti aşağıda paylaşıyorum.
Bu arada akıllı telefonlar çıktı konser salonları ışıl ışıl oldu. Hemen her konserde olduğu gibi twitter, facebook gibi sosyal medya paylaşımları hemen herkesin elindeki akıllı telefonlarla canlı canlı yapıldı yapılmasına da konser ne oldu??? Hadi telefonları ile fotoğraf çekenlere alıştık da genç bir abla çantasından çıkardığı IPad ile konser boyunca fptoğraf çekti ve bizlerin dumur düzeyini zirveye çıkardı. Fotoğraf çekti çekmesine de bulunduğu uzaklık ve IPad kamerası iyi görüntü almasını engellediği için yaklaşık bir saat uğraştı iyi görüntü için sonunda pes etti ve çantasına koyduğu IPad yerine çıkardığı ışıklı bir aleti sallayarak çılgınlar gibi eğlenmeye devam etti !!!
Konser mekanına girerken eziyet yaşadık yaşamasına da çıkarken yaşamayı beklemiyorduk ki sağ olsunlar çıkarken de yaşattılar. Yaklaşık onbeşbin kişi çok az sayıda ve daracık kapılardan çıkarılırsa boşalma süresi de uzar, eziyet de artar. Konser düzenlenecek alanlarda izleyicilerin rahat giriş çıkış yapmaları konusunu da düşünmeli organizatörler.
Sting ve ekibinin performansı bizi mest etti, gerisi boş...
Teşekkürler Sting...
Sevgiyle
Taylanca


If I Ever Lose My Faith in You 
Every Little Thing She Does is Magic 
Englisman in New York 
Seven Days 
Demolition Man 
I Hung My Head 
The End of the Game 
Fields of Gold 
Driven to Tears 
Heavy Cloud No Rain
Message in a Bottle
Shape of my Heart
The Hounds of Winter
Wrapped Around Your Finger
De Do Do Do De Da Da Da
Roxanne
Desert Rose
King of Pain
Every Breath You Take
Next to You
Fragile


4 Kasım 2012 Pazar

Hayyam'dan...

Sensiz içtiğimiz su bile haram

Ölmemek elimizde değil ki bizim:
İyi yaşamamak beni tek korkutan.

En doğrusu, dosta düşmana iyilik etmen;
İyilik seven kötülük edemez zaten.
Dostuna kötülük ettin mi düşmanın olur:
Düşmanınsa dostun olur iyilik edersen.

Deniz, deniz olduğu için dalgalanır,
Çöpe sor, hep onun içindir dalgalar.

Kim demiş haram nedir bilmez Hayyam?
Ben haramı helali karıştırmam:
Seninle içilen şarap helaldir,
Sensiz içtiğimiz su bile haram


1 Kasım 2012 Perşembe

''Kırmızı Burun''la yeni bir yaşam...



Üniversiteyi bitirdikten sonra askerlik şartı aramayan işlerde çalıştım. Bunlardan biri, Seferihisar'daki Club Teos Tatil Köyü'ndeki DJ'lik idi. DJ'lik yapmaya başladıktan sonra oluşan zorunluluk (!) nedeniyle animatörlük de yapmaya başladım. İşte orada tanıştım Hakan Yavaş ile... Ne bileyim ben yıllar sonra yollarımız yeniden kesişecek ve bana animatörlüğün temellerini öğrettikten sonra ''Clown Felsefesi''nin de temellerini o öğretecek.Yanılmıyorsam 1994'tü Avusturya'ya doktora yapmaya gidişi ki benim de Teos'taki ikinci sezonumdu. Dedim ya animatörlüğe Hakan ile adım attım 1994'te, 2011'de de''Kırmızı Burun''la girdi yaşamıma. Tam beş ay boyunca hafta sonlarımızı verdik yedi kişi bu ''Kırmızı Burun'' nasıl takılırı öğrenmek için. Biz beş ay boyunca her hafta sonumuzu verdik derken hocamıza haksızlık yapmayalım, bizim gitmediğimiz  zamanlar oldu ama onun olmadı. Kolay değildi Türkiye'nin ''İlk Palyaço/Clown Okulu''nun öğrencileri olmak da öğreteni olmak da...
Her hafta sonu taktık kırmızı burunlarımızı palyaçoluğun felsefesini öğrenmeye çalıştık. Palyaço deyince ne yazık ki usumuza ve düşümüze. Hamdi Alkan'ın tuhaf tiplemesi ve sokaklarda gördüğümüz kötü örnekleri yüzünden pek iyi şeyler gelmiyor. Hocamız da bu nedenle palyaço yerine clown sözcüğünü kullanmayı tercih ediyor. Her ikisi de yabancı sözcükler olmakla birlikte bende de sahip olduğu kötü imajı değişecekmiş gibi palyaço sözcüğünü kullanmak daha ağır bastı, basıyor.
İlk dersimizden son dersimize kadar kırmızı tuttuk burunlarımızı. Yoğun çalıştık ama hep güldük, kendimize ve birbirimize. Ne de olsa işimizin temelinde vardı gülmek ve gülümsetmek. Gülmek, gülümsemek, gülümsetmek çok büyük önem taşıyordu işimizde. Hocamızın yap dediklerini yapmaya çalıştık hep, ama kendi uyarlamamızla, herkes kendi içindeki komikle hareket etti, tabii önce içindeki komiğini ortaya çıkardı ve birlikte hareket etti. Öyle güzel işler çıktı ki ortaya, gülerek besledik birbirimizi, gülerek besledik kendimizi. Öğrendik ki gülmek ve gülümsetmek en büyük besinmiş palyaçoların ve insanların yaşamında.
Neler yaptırmadı ki hoca bize; bir dedi toz şeker olun, bir dedi çamaşır makinesi olun, bir dedi sizi en çok korkutan vahşi hayvan olun, bir dedi, su ve rüzgarla salınan yosun olun... Daha neler neler olun dedi ve oldurdu. Yeri geldi ip atladık, yeri geldi tüylerle dans ettik, ara verdik çay içtik su içtik ama hep güldük, hep güldük. Bir palyaçonun hedefi de besini de gülümse-t-me üzerine kuruluymuş ki biz de bu doğrultuda çalıştık hep.
Yedi kişiyiz demiştim Türkiye'nin ''İlk Palyaço Okulu''nun öğrencileri olarak. Oyunculardan oluşan öğrenciler içerisinde oyuncu olmayan iki kişiden biriydim. Her öğrenci adadı kendini palayaçoluğa, çalıştık çabaladık öğrenmeye...
''Kırmızı Burun''un bana öğrettiklerine gelince;
Kırmızı burunlu yaşama geçtikten sonra, daha az sinirlenir oldum. O kadar çok şey varken yaşamda bizi kızdıracak, daha az kızmayı öğrendim Gülümse-t-meyi zaten severdim, sevgimin boyutunu öğrendim. ''Yaşadıklarımdan öğrendiğim'' şeylerin yanına yeni şeyler eklemeye çalıştım bugüne dek. Yine yeni şeyler öğrendim, yenilikler kattım kendime. En büyük kazanımım ise daha fazla mutlu olmak oldu. Gülümse-t-mek çok önemli ve büyülü. Yaşam gülümsedikçe ve gülümsettikçe daha fazla anlam kazanıyor. Gülümsedikçe ve gülümsettikçe gülümsüyor insan, biz ne kadar gülümsersek dünya da bize en az o oranda gülümsüyor.

Söz yüzüklerini taktığım -ki bu taktığım ilk ve tek söz yüzüğü idi- bir kardeşim, bu kurs sonrası içime melek kaçtığını iddia etti. Bu iddiaya katılmadığımı buradan duyurmak istiyorum; melek gibi olan bir adamın içine melek kaçabilir mi? İçime kaçmaya kalkan meleği parçalarım... :) İçime melek kaçmadı ama ayaklarımı yerden kesecek kadar eğlendim eğitim sırasında ve devamında. Gülmeyi çok seven bana çok ama çok iyi geldi. Herkesin içindeki komiğini bulması daha yaşanılır kılacak dünyayı.

Gülümse-t-mesi bol günler dileğiyle
Sevgiyle
Taylanca

Meraklısına not: En üstteki fotoğraf Mehmet Yıldıztekin tarafından, üstten iki ve  üçüncü fotoğraflar da Muhsin Akgün tarafından çekildi.

31 Ekim 2012 Çarşamba

Karşımdasın işte... Nazım Hikmet'ten

Bir fotoğrafa

Karşımdasın işte...
Bana bakmasan da oradasın, görüyorum seni.
Ah benim sevdasında bencil, yüreğinde
sağlam sevdiğim.
Kalbime gömdüm sözlerimi, ceset torbası oldu yüreğim.
Tıkandığım o an,
Elimi nereye koyacağımı şaşırdığım o an işte,
Aklımdan o kadar çok şey geçti ki takip edemedim.
Ellerim boşlukta, ben darda kaldım.
Ellerim buz gibi, ben harda kaldım.
Bir senfoni vardı kulağımda çalınan,
bitti artık hepsi...

Köşeme çekildim, hani hep kaldığım köşeme.
Bakış açım belli oldu yine.
Geride kalan, ardından bakar gidenlerin.
Bir meltem olacak rüzgarım dahi kalmadı benim.
Dağlara çarptım her esişimde.
Yollara küfrettim her gidişinde.

Demiştim sana hatırlarsan:
“Önemli olan ‘zamana bırakmak’ değil,
‘zamanla bırakmamak’tir..”
Şimdi bana, geçen o zamanın
Unutulmaz sancısı kalır

Gittiğim eğer bensem, söyle bana kimden gittim?
Sende yoktum zaten ben, ben yine bende bittim...

NAZIM HİKMET RAN

28 Ekim 2012 Pazar

Cumhuriyetimizin bayramı kutlu olsun...



Can Yücel – YAŞASIN CUMHURİYET


Gölköy adında bir yer varmış gelibolu’da
Televizyonda gösterdiler geçen gün.
Gelenek edinmiş köy halkı,
“ben kendimi bildim bileli bu böyledir”
Diyor muhtar:
…29 ekim’de toptan sünnet ederlermiş çocuklarını…
Derken ekranda entarili bir çocuk belirdi
Kirvesi tutmuş kolundan
Yatırdılar bir kamp yatağına,
Ardından sünnetçi olacak zat boy gösterdi
Elinde bıçağıyla,
Çocuk kaldırdı başını, bağırdı:
“yaşasın cumhuriyet” diye
Bunun üzerine de ekran karardı
Korkarım bu, sade gölköylülerin değil, umumuzun
Sade küçüklerimizin değil, büyüklerimizin de
Düştüğü bir tarihsel yanılgı
Çünkü sünnet değil, farzdır cumhuriyet


24 Ekim 2012 Çarşamba

Mutlu, sağlıklı, esenlik dolu bayramlar dilerim.

ÇOCUKÇADA BEN VARIM

Ben böyle yazdım sanma
Ben böyle düşündüm
Başından beri
Sözcükler koşuyordu
Düşünmelerimin ardından
Çocuklar, çocuklar gibi
Bayram yerlerinde

Çocuklar oynuyordu
Düşlerimin içindeki
Bayram yerlerinde

Ben onlara
Hiçbir zaman
Kapalı perdeleri göstermedim
Kapalı kapıları göstermedim

Hiçbirini salıncağa bindirmedim
Sallamadım
Atlı karıncalarda döndürmedim
Onlar gelişi gidiş sandırırlar
Vuruşan otoları seviyorlardı onlar
Çünkü hem gidiyorlardı
Gidiyorken güldürüyorlardı
Kafa kafaya vurduruyorlardı
Gülüyorlardı
Bizi kandırdıkları gibi kandırırlar
Onlar
Yarın oynayacakları oyunu
Oyunun başını sonunu
Bizlerden iyi biliyorlardı.

Özdemir Asaf

15 Ekim 2012 Pazartesi

Özdemir Asaf, Çağrışımlar...



Çağrışımlar


Çok küçük bir yalanı
Çok büyük bir orantıda
Dinlediniz mi..

Çok büyük bir yalanı
Çok yalın bir doğrultuda
Söylediniz mi..

Gecikmiş bir gizlemi,
Birikmiş bir özlemi
Sakladınız mı..

Gelmeyecek bir gideni,
Olmayacak bir nedeni
Beklediniz mi..

Bir gerçeği erken,
Bir açlığı tokken
Anladınız mı..

Hep mi hep ölecekmiş gibi,
Hiç mi hiç ölmeyecekmiş gibi
Yaşadınız mı..

yalanı sürmeye sürmeye,
Yanlışı görmeye görmeye
Saklandınız mı..

Doğruluğun yönünde,
Doğruların önünde
Aklandınız mı..

Ortamsız bir yaşamda,
Yaşamsız bir ortamda
Harcandınız mı...

Özdemir Asaf

Meraklısına not: Her iki fotoğraf da Kaz Dağlarında çekildi. Üsttekini TÖÇ, alttakini OY çekti...

Hayyam'dan, Fazıl Say'gıyla...


Hayyam'dan

Ben olmayınca bu güller, bu selviler yok,
Kızıl kızıl dudaklar, mis kokulu şaraplar yok,
Sabahlar, akşamlar, sevinçler, tasalar yok;
Ben düşündükçe var dünya, ben yok, o da yok!
ÖMER HAYYAM
1042-1128

Dünya sanatçısı Fazıl Say, günün birinde twitter'da bir Hayyam dörtlüğü paylaştı ve başına gelmeyen kalmadı hatta dava bile açıldı. 18 Ekim'de de duruşması var Ç-Ağlayan'da... Yazık değil mi, tüm dünyanın kabul ettiği ama kendi toplumunun hasetlik nedeniyle düşman gördüğü ''Fazıl Say''ımıza... 18 Ekim'de Ç-Ağlayan'da...
Fazıl Say'gıyla
Sevgiyle
Taylanca


Dal goncayı bir sabah açılmış buldu,
Gül melteme bir masal deyip savruldu
Dünyada vefasızlığa bak; on günde
Bir gül yetişip, açıp, solup kayboldu.
Sen acırken bana, hiç bir günahımdan korkmam
Benle oldukça; yokuş, engebe, yoldan korkmam
Beni ak yüzle diriltirsin a Tanrım, bilirim;
Defterim dolsa da suçlarla, siyahtan korkmam.
ÖMER HAYYAM
1042-1128





9 Ekim 2012 Salı

Efes Pilsen Blues Festival 23

Sonunda beklenen an geldi ve 23. festivalin takvimi yayınlandı. 1999'dan bu yana bazılarına birden fazla kez gittiğim -ki 2009'da tam beş ayrı yerde izlemiştim- 23. festival için yaklaşık 20 gün kaldı. Şimdi sırada açıklanan takvimin içeriği kaldı. Evet bluesseverler sabırsızlıkla programı bekliyor.Şimdilik ben de takvimi paylaşacağım.
Gidenler zaten bilirler, gitmeyenlere ise şiddetle öneririm.
Sevgiyle
Taylanca

8 Ekim 2012 Pazartesi

Gittin mi Büyük Gideceksin !





Gittin mi büyük gideceksin !
Ayrılık bile gurur duyacak seninle..
Gittin mi ayakların onun yakınından bile geçmeyecek..
Gölgen bile kalmayacak ardında..
Gittin mi onurunla gideceksin;
“Haklıysan gidecek, gitmişsen dönmeyeceksin Aşk! Sevdiğim ama dokunamadığım çiçek
kulaç attığım dalgalara sıkıştı haykırışım
gitmeyi öğrettiler bana, kalmak nasıldır..?
nasıldır bir göğüste endişesiz uyumak..?
yırttığım takvim yapraklarında ağlıyor çocukluğum
söylesene, nasıldır dudaklarını bir dudakta uyutmak..?
yoruldum korktuğum yangınlara yakalanmaktan
suya düştü intihar, boğuldu son bakış
kimi istesem uzaktır kıyı boyları
vedalar alnıma işlenmiş, nakış nakış….!
Can Yücel


20 Eylül 2012 Perşembe

Leonard Cohen geçti İstanbul'dan...

Haylaz Efsane Muzırlıklarıyla Geçti İstanbul'dan...

Bir büyük yaşayan efsane geçti istanbul'dan... Öyle böyle değil 1934 doğumlu, yaşıtlarından çok daha yüksek bir enerjiye sahip bir efsane. 2009'da geldiğinde gidememiş olmamın getirdiği yüksek şiddetli hayıflanmam etkili oldu sanırım yeniden gelmesinde :) ... Bu kez kaçırmam dedim ve yolunu tuttum Ataşehir'deki konser salonunun. Geç kalma tehlikesini yaşamamak için de saat 17.00 gibi ayrıldım iş yerimden ne de olsa köprü geçecektim. Biletim de yoktu ama bulurum diyerek koyuldum yola. İş yerinden sevdiğim bir arkadaşım da bir sevdiği arkadaşıyla birlikte konsere gideceklerdi biletlerini daha önceden almış iki müzik sever olarak. Ben de onlara katıldım konser alanının yakınında bir mekanda bir şeyler yerken yakalayarak. Mekanda bir kaç tanıdık can ile de karşılaşıp hasbıhal ettikten sonra kalkalım artık dedik ve salona yöneldik. Kalabalık artmıştı saat 19.35 civarında. Bilet kuyruğuna girdim biletimi aldım ama bir farkla arkadaşlarımın yanında yer kalmamıştı. Yollarımız işte tam burada ayrıldı.
Salona girdim yerimi buldum oturdum. Bilet gişesindeki görevli bilet aldığım kategorideki son üç biletten birini aldığımı söylemişti ama bomboştu çevremdeki koltuklar da dahil olmak üzere ''silver'' kategori. Konserin başlamasına 20 dakika vardı ve salon boştu, beni kandırdığını düşündüm görevlinin. Konser başlama saati geldi hala salona girişler vardı ama hala büyük boşluklar vardı. 20.40 da bir anons yapıldı beş dakika sonra başlayacak diye derken 10 dakika sonra genç efsane Cohen oldukça ''haylaz'' hareketlerle çıktı sahneye ve alkış koptu salondan... Hala gelenler vardı salona...
Konserin ya da ayin mi demeli çok güzel geçeceği çıkışından belliydi Haylaz Efsane Cohen'in... Tam bir saat on dakika ara vermeksizin söyledi üstad zaman zaman da çalarak. İzleyenlerin çişi geldi Cohen'in gelmedi, düşündüm yaşıtları kim bilir kaç kez tuvalete giderdi bu sürede diye. Cohen ara verdi salon boşaldı, herkes bir yerlerde, Cohen çıktı insanlar hala dışarıda ve anlaşılan o ki bir kısım terk etti salonu, boşluklar göze çarpar hale geldi yeniden. Olsun anlamayan gitsindi zaten, saygı duymayanın yeri de yoktu Cohen'in ayininde... Ardı ardına söyledi çok bilindik şarkılarını, eşlik ettik zaman zaman ustaya, usta kalanları kalanlar da ustayı coşturdu derken bis sonrası neredeyse bir konser daha verdi koca çınar Cohen... Net üç saat kaldı sahnede, fazlası vardır eksiği yoktur, ekibiyle birlikte olağanüstü bir ayine tanıklık etmemizi sağladılar. 2009 konserine garip ve kötü bir tembellik haleti ruhiyesiyle gitmeyen ben 2009 Ekim'inde doğduğu yere Montreal'e gidip izlerini görünce Cohen'in hayıflanma düzeyi artmış ve can sıkıntım çoğalmıştı. Tek tesellim kaldığım otelin John Lennon-Yoko Ono çiftinin yatakta yaptıkları meşhur basın toplantısının oteli olmasıydı. Hatta toplantıyı yaptıkları yatak da otelde sokaktan gelip geçenlerin de görebileceği bir alanda sergilenmekteydi. Cohen derken Lennon'a geçtim, ne yapayım John Lennon'ın yeri çok ayrı bende...

Neyse biz dönelim Leonard Cohen konserine ve geç gelenlerle erken gidenler ve bir de sürekli telefonu açık twitter ve facebook yayını yapanlara. Biletler bedava mıydı, geliş amacı sadece ''buradayım'' demek mi? Sormazlar mı adama ''havan kime güzelim?'' diye. Gerçekten izlemeyecek- dinlemeyeceksen niye gelirsin? Madem geldin niye rahatsız edersin telefonunun ışığıyla çevrendekileri? Bırak bari biz rahat rahat ve keyif ile izleyelim-dinleyelim Cohen kardeşimizi. Kardeşimiz diyorum sahneye giriş ve çıkışta yaptığı muzırlıklar nedeniyle. Haylaz bir çocuk edasıyla yaptı muzırlıkları, yakıştı da. Muzırdı ama bir o kadar da saygılıydı ekibine ve izleyicisine.
Şapkası, mikrofonu, ekibi ve izleyicisiyle bir bütündü büyük üstad...

''Bu harika ülkeye barış gelmesini diliyorum.' diyerek ders verircesine bitirdi ayini Haylaz Cohen !!!  


Ne iyi ettin de geldin, ne iyi ettim de gittim...

Sevgiyle

Taylanca

Not: Konser alanının adını özellikle kullanmadım. Sponsor adı Fenerbahçe'nin önünde ve hatta tamamen yemiş durumda Fenerbahçe'nin adını, Galatasaray'ın olduğu sanılan stadyumda olduğu gibi. Gönlüm isterki FB Arena, GS Arena diyebilelim ama yasak !!!

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Bütün kapıları dışarı açılan şehir: Moskova

Moskova'dan notlar: ÜÇ

Bir şehir düşünün ki tüm kapıları dışarı doğru açılsın. Sonradan tadilat ile bozulanlar dışında kentteki binaların neredeyse tamamının kapıları dışarı açılıyormuş. Benim gördüğüm binaların da çok büyük kısmının kapıları dışarı açılıyordu. Nedenini araştırınca yangın vs durumlarda can güvenliği açısından daha iyi olduğu yanıtına ulaştım. Bizde tüm kapılar içeri açılırken orada dışarı açılıyor.
Aslında yıllarca kapalı kalan bir ülkenin hızlı bir şekilde neredeyse kabak çiçeği gibi açılması ile yıllardır açık bir toplum olan bizlerin de yine çok büyük hızla kapanması yalnızca bir rastlantı mı? kaynana yumruğu adıyla anılan kaktüsün çiçeğinin nasıl açıldığını sabredip izleyenler bilirler, açılışı çok yavaş ve zorlu olur ama açılınca da olağan üstü bir güzellik verir ve ne yazık ki kısa sayılacak bir zaman diliminde de kapanır ve boynunu büker. Ne dersiniz bize benzemiyor mu, açılışı zor ve uzun süren ve bir o kadar da kolay kapanan kaktüs çiçeği...
Sevgiyle
Taylanca




16 Ağustos 2012 Perşembe

Moskova, mezarlık, Mayakovsky, NazıM...

Moskova'dan notlar; İKİ...
Moskova'ya kadar gelip de Büyük Usta Nazım Hikmet'e uğranmadan edilmez diyerek mezarını ziyaret etmek istedik. Keşke gitmeseydik de moralimiz bozulmasaydı. Olağanüstü güzellikte tasarlanmış ve yapılmış, her bir mezarı bir sanat eseri olan tertemiz ve insanı ürkütmek yerine içine çeken bir mezarlıktan söz ediyorum: Novodevichy Mezarlığı...
Öyle bir mezarlık düşünün ki, yemyeşil ağaçların içinde, girişte kroki ile karşılaşarak, kimin nerede yattığını bilerek gezebileceğiniz bir mezarlık. Gerçi kişileri öğrenmek için Kiril alfabesini bilmeniz gerekiyor ama olsun, gezerken tahmin edebiliyorsunuz, sanatçı mı? bilim insanı mı? müzisyen mi? yazar mı? matematikçi mi? ressam mı?
Dedim ya her biri bir sanat eseri şeklinde yapılmış ve ellerinde bezlerle dolaşan görevliler tarafından sürekli temizlenen bir mezarlık. Zaman olsaydı da keşke tamamını doya doya gezebilseydim.
 Bir mezarlık sergi alanı haline gelebilir mi sorusunun yanıtı burayı görünce evet hem de çok güzel olurmuş dedirtiyor. Kitaplarını okuduğunuz, buluşlarını kullandığınız, yapıtlarını dinlediğiniz bir çok ünlü isim burada bir arada. Düşünsenize Nazım Hikmet'i ziyaret ediyorsunuz ve komşularıyla da tanışıyorsunuz. İnsana iyi ki gelmişim dedirten bir sanat bahçesi, ya da açık hava müzesi...

 Gogol, Eiseinstein, Çehov, Gagarin, Mayakovsky, Schostakovich, Tupolev, Prokofiev, Nazım Hikmet, Stanislavski, Tolstoy gibi isimlerin yanı sıra çok sayıda sanatçı, bilim insanı burada ziyarete gelen konuklarını ağırlıyor.
Mezarlığın açılış tarihi 1898. Tasarımı Ivan Mashkov'a ait olan mezarlık 16. yüzyıldan kalma Novodevichy Manastırının bitişiğinde.
Metro ile gitmek için ''Sportivnaya'' istasyonunda inmeniz ve yaklaşık 8-10 dakika yürümeniz yetiyor.
Moskova'ya gidip de uğramamak olmaz...
Sevgiyle
Taylanca



Otobiyografi



1902'de doğdum
doğduğum şehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yaşında Halep'te paşa torunluğu ettim
on dokuzumda Moskova komünist üniversite öğrenciliği
kırk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konukluğu
ve on dördümden beri şairlik ederim
kimi insanlar otların kimi insan balıkların çeşidini bilir
ben ayrılıkların
kimi insan ezbere sayar yıldızların adını
ben hasretlerin

hapislerde de yattım büyük otellerde de
açlık çektim açlık grevi de içinde ve tatmadığım yemek yok gibidir

otuzumda asılmamı istediler
kırk sekizimde Barış madalyasının bana verilmesini
verdiler de
otuz altımda yarım yılda geçtim dört metrekare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatte uçtum Prag'dan Havana'ya

Lenin'i görmedim nöbetini tuttum tabutunun başında 924'te
961'de ziyaret ettim anıt kabri kitaplarıdır

partimden koparmağa yeltendiler beni
sökmedi
yıkılan putların altında da ezilmedim

951'de bir denizde genç bir arkadaşla yürüdüm üstüne ölümün
52'de çatlak bir yürekle dört ay sırtüstü bekledim ölümü

sevdiğim kadınları deli gibi kıskandım
şu kadarcık haset etmedim Şarlo'ya bile
aldattım kadınlarımı
konuşmadım arkasından dostlarımın

içtim ama akşamcı olmadım
hep alnımın teriyle çıkardım ekmek paramı ne mutlu bana

başkasının hesabına utandım yalan söyledim
yalan söyledim başkasını üzmemek için
ama durup dururken de yalan söyledim

bindim tirene uçağa otomobile
çoğunluk binemiyor
operaya gittim
çoğunluk gidemiyor adını bile duymamış operanın
çoğunluğun gittiği kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri
camiye kiliseye tapınağa havraya büyücüye
ama kahve falına baktırdığım oldu

yazılarım otuz kırk dilde basılır
Türkiye'mde Türkçemle yasak

kansere yakalanmadım daha
yakalanmam de şart değil
başbakan fakan olacağım da yok
meraklısı da değilim bu işin
bir de harbe girmedim
sığınaklara da inmedim gece yarıları
yollara da düşmedim pike yapan uçakların altında
ama sevdalandım altmışıma yakın
sözün kısası yoldaşlar
bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da
insanca yaşadım diyebilirim
ve daha ne kadar yaşarım
başımdan neler geçer daha
kim bilir

Nazım Hikmet (11.9.'61 - Doğu Berlin)