29 Haziran 2012 Cuma

Brecht'ten...


 



İyi insan olacağınıza,

Öyle bir yere götürün ki dünyayı,

İyilik beklenmesin!




Özgür insan olacağınıza,

... Öyle bir yere götürün ki dünyayı,
Kavuşsun özgürlüğe herkes,
Özgürlük sevgisi geçersiz olsun!

Akıllı insan olacağınıza,
Öyle bir yere götürün ki dünyayı,
Akılsızlık zararlı olsun!


BERTHOLT BRECHT

26 Haziran 2012 Salı

Okullu palyaçolar


http://video.ntvmsnbc.com/okullu-palyacolar.html






Kırmızı burunla yeni bir yaşam

http://www.milliyet.com.tr/kirmizi-burunla-yeni-bir-yasam/cumartesi/haberdetay/09.04.2011/1375260/default.htm

Baba-Oğul Kampı ve Polyanna

Baba-Oğul Kampı
Bundan bir kaç ay önce var mıdır acaba diyerek internet üzerinden oğlumla katılabileceğim bir kamp arayışına girdim. Aradığım kampı Güzel İzmirimde Urla'da buldum; Titus-Feronia adlı bir yer hem doğa ve motor sporları kulübü olarak hizemt veriyordu hem de baba-oğul kampı düzenliyordu. İletişime geçtim ve ayrıntılı bilgi aldım. Aklıma çok yatmıştı ve heyacanlanmıştım, ne de olsa oğlumla birlikte ilk kez katılacaktık böyle bir etkinliğe. Heyecan ile sevgili oğlumla paylaştım kamp bilgilerini ve içeriğini. Oğlum da çok heyecanlandı, adeta günleri saydık... Derken büyük gün geldi çattı ve sabahın köründe uyanarak kampa bilgilendirme notunda yazdığı saatten önce ulaştık artan heyecanımızla. Güzel bir doğa karşıladı bizi, sevindik, sıcak bir karşılama ile de hoş bulduk...
Kaç kişi katılacak diye sorduğumuzda bizden başka altı baba altı çocuk daha katılacağını öğrendik. Kulağa az gelmekle birlikte buna da sevindik, ne de olsa Polyanna izleyerek büyüyen bir kuşağın temsilcisiydim, oğlumu da ikna etim sayının iyi olduğuna. Yüksek ağaçların altında gölge vardı ve rüzgarla gelen çok güzel bir serinlik vardı oturduğumuz yerde. Derken diğer kamp sakinleri de geldi ki zaten beş baba beş çocuk çok yakın arkadaşlar olarak örgütlenip gelmişler hep birlikte. Neyse ki gelmişler aksi takdirde iki baba iki çocuk kamp sakini olarak sakin sakin sıkılacakmışız...

Neyse tüm kamp sakinlerinin gelişiyle birlikte kahvaltı yapmaya başladık. Öyle güzel (!) servis yapıyorlardı ki her şey anlamsızca ve uzun aralıklarla sırayla geliyordu. Önce ekmek, çay ve zeytin, bir süre sonra reçel bal tereyağ serisi, uzunca bir süre sonra az miktarda peynir, çok sonra birer parça yanık hellim ile birer parça sucuk ızgara. Çocuklar sonuna kadar beklemedikleri için çocuklarına seslenen babaların sesleri karışır oldu doğaya. Olsun buna da razıydık ne de olsa doğada çocukları ile birlikte olan yedi heyecanlı baba ve babalarıyla birlikte kampa gelen yedi heyecanlı çocuktuk doğada, doğaya karışmaya gelmiştik. Gün boyu çeşit çeşit aktivitelerle çocukları ile birlikte eğlenmeye gelen babalardık. Babalarıyla eğlenmeye gelen çocuklardık. Neyse ilk heyecanlı (!) aktivitenin startı verildi. Doğada TANGRAM yarışı; e doğal olarak çocuklar fazlasıyla sıkıldı. Sonra çok güzel bir haber aldık, kanolar bir gün önce denize indirilmiş ama çalınmışlar ya da deniz tarafından yutulmuşlar. Kano olmayınca baba oğul katılacağımız kano yarışları da doğal olarak iptal oldu. Neyse dedik Polyanna'yı anarak, daha eğlenceli bir şeyler vardır dedik. Hazine Avı var dediler. Babaların bile anlayamadığı bir Türkçemsi dil ile yazılmış şiirsel ifadelerle hazine aradı çocuklar babalarıyla birlikte HEYECAN ile. Bir ara bitti dediler baktık ki bitivermiş. Hazine nerede dedi çocuklar, hazine bu kağıtta yazan şey dediler, anlamı anlaşılamayan dille yazılan yıpranmış kağıdı göstererek...Tam yok artık diyecekken bir de baktık Polyanna bize bakıyor olsun yine de güzeldi dedik.Sonra haydi isterseniz bir iki araba alın sizi denize götürelim dediler. Biz oradaki eğlenceye katılamadık oğlum istemiyor diye neyse ki kaçırmışız ne denize girilen yer de ne de kamp içerisinde duş olanağı yokmuş bunu da bu arada öğrenmiş olduk ve bir daha mutlu olduk Polyanna'yı düşünerek... En azından tuz nedeniyle salamura olmaktan kurtulduk. Bu arada denize gidilmeden önce öğlen yemeği yedik, hazine avının ardından ve masada TÖREN ile adeta tabakların yanına kaşık koyar gibi madalya takdimi yapıldı çocuklarımıza. Eee tabii tören yapmanın maliyeti yüksek olurdu, kazara gerçekten sevinirdi çocuklar da sonra hep beklerlerdi !!!
Haydi dediler çadır kuralım, iyi dedik hep birlikte çadırlarımızı kurduk hızlıca ne de olsa akşama barbekü partisi var ateş çevresinde. Dedik akşam sıkı eğleneceğiz ızgaranın yanında bu ortamda rakı da iyi gider dedik ve oy birliğiyle rakı istedik. Akşam uzun bir masa kuruldu, bir yanda çocuklar bir yanda babalar kurulduk ateşi ve barbeküyü bekledik. Uzakta bir kızartı dikkatimizi çekti sorduk ateş dediler, ateş yakılmış haberimiz yok. Olsun dedik en azından yakıldı. Sonra masalar donatıldı; kavun-karpuz-peynir gibi gereksiz rakı mezeleri yoktu neyseki de 4-5 parçadan oluşan kömüre yakın pişkinlikte tamamen lezzetsiz köftemsi parçalar ile tavuğa benzer tanımlanamayan bir cisim vardı, pilav ve patates kızartması eşliğinde. Bir de marketten alınan üç çeşit sınırlı miktarda mezemsi yiyecek ve bol ekmek. Olsun be dedik, mutlu olmamak için kendini bilmez şekilde zorlamayalım kendimizi dedik ve dayandık rakıya. Neyseki rakı vardı da mutlu olmamıza destek oldu.
Derken gece yarısına vururken saatler dedik ki şu sönmüş ateşi biraz canlandırın, hemen canlandırdılar; benzin döktüler odunları olmadığı için yakacak !!! Tabi ya yatma zamanı geldi dedik ve gereksiz şekilde diş fırçalamak için lavabolara gittik, su yok. Kaçmış bizden su, canice davranırız diye... Neyseki biz söyleyince işletmeciler de farketti suyun olmadığını ve şaşırdılar doğal olarak şaşkınca... Neyseki kampta içme suyu sınırsızdı da dişlermizi fırçalayabildik. :):)
Oğlumla göz göze geldik olsun dedik kamptayız, mutluyuz, yarın daha iyi olacak, girdik çadırımıza, uyku tulumlarımızın fermuarlarını çektik ve iyi geceler diyerek uykuya daldık. Çadırda kalanlar bilirler çadırda saat kurmaya gerek yoktur, güneşin yüzünü gösteriyor gibi yapması yeterlidir uyanmanız için. Biz de güneş ile uyandık. Neyseki su geri dönmüş kaçtığı yerden. Çadırlarımızı topladık kahvaltıya oturmadan, ne de olsa görkemli bir kahvaltı bizi bekliyordu geri bildirimlerimizi de dikkate almışlardır diyerek düzenli bir kahavaltı masası beklerken yine sınırsız olduğu ilan edilen süt ile tanıştıralım dedik çocukları, ortam buz kesti. Sütler de çekilmiş haberimiz yok!!!
Bu arada ilk günün akşam üstü yapılan tırmanma duvarı aktivitesini söylemeyi unuttum; dediler ki birazadan çocuklar duvara tırmanacak, sevindik yarım saat sonra sorduk ne oldu diye güvenlik halatlarını bekliyoruz dediler, madem kamp var bu tarihte ve duvara tırmanılacak, halat niye yok dedik, yanıt gelmedi. Olsun geldi ya bir saat dolmadan, sevinmek gerek. Bir de kano yarışı yerine eklenen boya topu silahlarıyla duvarda belirtilen hedefleri boyadık babalar ve çocuklar olarak. Neyseki çocuklarımıza göz-gez-arpacık kavramını öğrettik bu sayede, bu durum da çok ama çok mutlu etti bizi...
Pazar günü Cumartesinin kopyası bile olamayan bir kahvaltı ile heyecan dolu aktivitelerimizin kalan kısmını beklemeye başladık. Dedik ki hızlı yapalım ara vermeyelim, çocuklar sıkılıyor. Tamam dediler toplam üç aktiviteyi yine yapılmamış hazırlık ve olmayan malzemelerin beklenmesi nedeniyle birer saat arayla yapabildik. Son aktivitemiz başka bir duvarı yine boya topu silahları ile boyamak oldu böylece çocuklarımızı uzman yaptık silah kullanmada...
Baktık bu iş böyle olmayacak, hakkımız olan öğlen ve akşam yemeklerinden feragat ederek kamptan kaçma, pardon üzülerek ayrılma kararı verdik oy birliğiyle. Bir daha gelmemek üzere...
Her şeye karşın oğlumla birlikte çadırda kalmanın, birlikte zaman geçirmenin paha biçilemez güzelliği nedeniyle mutluydum, mutluydu. mutluyduk...
Farklı bir yerde güzel bir kampa katılma kararımız yürürlükte... Yılmadık, yılmayacağız, kararlıyız...
Haziran 2012
Taylanca

5 Haziran 2012 Salı

Bir masalsı deneme; Bir zamanlar bir Keklik vardı...

Bu masalsı denememi, Hakan Yavaş'ın açtığı ve benim de ilk mezunlarından olduğum ''Clown Okulu''na gittiğim sıralarda yazdım. Eğitim sırasında hocamızla birlikte bir clown karakteri aradık. Benim ''Clown Karakterim''in yaşamından bir kesiti yazdım o günlerde. Umarım beğenirsiniz.
Sevgiyle
Taylanca

Keklik

Bundan tam 41 yıl önce kuzey kutbunda doğmuşum, dünyanın en kuzeyinde... Soğuk havaları sevmemin nedeni bu, sizi bilmem ama ben sıcak havaları hiç ama hiç sevmiyorum. Çok terliyorum sıcakta, ayrıca radyolarıma da zarar veriyor sıcaklar. Oysaki soğuk havalar öylesine iyi geliyor ki bana tazeliğimi korumama yardımcı oluyor, zinde tutuyor, enerjimi korumamı sağlıyor. Sanırım bana ait olmalarından kaynaklı şekilde radyolarım da soğuk havalarda daha yüksek performans sergiliyorlar.
Neyse tekrar bana dönecek olursak; dedim ya dünyanın en kuzey noktasında doğmuşum. Bu nedenle de penguenlerle ve balinalarla arkadaşlık ettim uzunca süre. Bu arkadaşlıkların doğal sonucu olarak bir balina kadar iri ve güçlüyüm. Çok da iyi yüzerim. Yüzmeyi hem balinalardan hem de penguenlerden öğrendim. Bir penguen gibi hızlıca dalabilirim suya. Penguenler gibi tüysüzdür benim başım da... Yine balina ve penguenlerle arkadaşlık ettiğim için balık yemeyi çok severim, avlanmayı da çok severim, Bir keresinde oltama tamı tamına 173 balık birden vurdu. Nasıl mı? Boy boy balıklar en küçüğü oltamdaki yemi ve zokasını yutunca onun büyüğü o küçük balığı, bir büyüğü onu, bir büyüğü onu derken tam 172 balık çıkardım sırayla birbirinin içinden en sonunda da oltaya takılan en küçük balık etti mi size 173 Balık... Daha çok balık avı öyküm var zamanımız yeterse anlatırım sizlere...
Nerede kalmıştık, evet balina ve penguenler gibi iyi yüzerim, iyi balık avlarım, yine penguenler gibi ben de uçamam. Bir yerden bir yere atlayabilirim, ama uçamam. Ayrıca penguen gibi yürümeyi de öğrendim. Ama onlara benim gibi yürümeyi öğretemedim. Tabii bacakları kısa ya o yüzden yürüyemezler. Konuşmayı da öğretemedim, ama onların diliyle anlaştık yıllarca... Özledim memleketimi sanırım. Hele havalar sıcakken daha çok özlüyorum, haksız mıyım?

Balinalar gibi ben de gezmeyi çok severim. Onlar okyanusları gezerler hiç durmadan, bense dünyanın her yerini geziyorum, ara sıra kalıyorum ama hep geziyorum ben de. Genelde gemi ile gezmeyi seviyorum. Gideceğim yerde deniz yoksa trenle, tren yoksa uçakla, uçak yoksa otobüsle gezerim. En güzeli gemi yolculuğu. Gemi ile yolculuk ederken denizi izlemeye doyamam. Denize baktıkça çocukluğum ve arkadaşlarım gelir aklıma, dalar giderim o günlere... Bir keresinde penguenlerle top oynuyorduk, topa öylesine güçlü vurmuşum ki top okyanusa kaçtı, balina arkadaşlarımızdan biri kafasının üzerine alıp -hani kafalarından su fışkırtırlar ya- suyu fışkırttı ve topu tam kucağıma attı. Niye bana attı dersiniz? Penguenler tutamaz ki kayar ellerinden zaten kısa ya onların kanatları, nasıl tutsunlar değil mi kısacık kanatlarıyla. Balinalar zeki balıklardır, iyi tanırım onları, penguenleri de iyi tanırım. Ne de olsa çok sayıda arkadaşım oldu onlardan. Onlar da beni çok iyi tanırlar.

Neyse gelelim radyoculuğa nasıl başladığıma; dedim ya dünyayı gezmeyi çok severim, bir keresinde İtalya’ya gitmiştim. İtalya’yı bilirsiniz çizmeye benzer, tam topuğunda kalıyordum, orada Lizette Marconi ile tanıştım, hani radyoyu bulan Marconi var ya, işte onun torunu -laf aramızda çok güzeldir- Lizette bana işte bu radyoyu armağan etti. Dedesi Lizette için yapmış, Lizette de bana armağan etti. İşte ben o gün radyocu olmaya karar verdim. Şu anda da dünyanın en ünlü radyocusuyum. Tam 3.433 tane radyom var. Dünyanın her yerinden aldığım radyolar var. En sevdiğim radyo ise işte bu, Lizette'nin armağanı olan. Bakın ne güzel ses çıkarıyor. Bütün radyo frekanslarını çekiyor, her yere sığıyor Ben de nereye gidersem götürüyorum onu. Bakın cebime bile sığıyor. Her yerde çekiyor, her yayını çekiyor,  dünyanın en güzel sesini veren radyosu bu. En önemlisi ise Lizette’nin armağanı bana...

Ya heyecandan adımı söylemeyi unuttum size, sanırım siz de unuttunuz ki sormadınız. Adım Keklik, bir keklik kadar narin olduğum ve dünyanın en zeki radyocusu olduğum için adımın yakıştığını söylüyorlar. Hazır yeri gelmişken bir şey daha söylemek istiyorum, beni bugüne kadar hiç kimse kandıramadı, kandıramaz da ne de olsa adım Keklik benim.

3 gündür buralardayım, yarın gece Norveç’e gideceğim gemi ile oralarda hava tam bana göredir, ne de olsa doğduğum yere çok yakın, belki çocukluk arkadaşlarımı da görürüm, ne güzel olur görsem. Penguenleri hep birbirine karıştırıyorum ama onlar beni hemen tanıyorlar. Bir keresinde memlekete gitmiştim, birinin arkasına sessizce yaklaştım ve ensesine acıtmadan dokundum, döndü bana ters ters baktı, meğerse benim arkadaşlardan biri değilmiş. Ama ne yapayım hepsi birbirine benziyor. O kadar çok benzemeselerdi onlar da, bu benim hatam değil ki. Bakın bana benzeyen kimse gördünüz mü? Görmediniz değil mi, göremezsiniz çünkü ben dünyanın en iyi ve en ünlü radyocusuyum, bakın nasıl yayın yapıyorum...

Neyse Ben izin isteyeyim, ne de olsa yarın yola çıkacağım hazırlanmam gerek, tüm radyolarımı elden geçirmem, kendi özel kutularına özenli şekilde koymam gerek. Umarım yeniden görüşürüz, havalar soğusun buralarda geri geleceğim, hem yeni radyolar da almış olurum, ama en sevdiğim radyom değişmez...
Sevgiyle kalın, radyolarınıza iyi davranın, iyi bakin...
Keklik

Temmuz 2011, İstanbul
Taylanca