Geril/e/meden...
http://www.radikal.com.tr/yazarlar/m_serdar_kuzuloglu/gezi_parki_eylemlerinin_sosyal_medya_karnesi-1138146
Her şey 27 Mayıs'ta başlamış. Başlamış diyorum çünkü; her şey çok sessizce gidiyordu ve ben de dahil olmak üzere sessiz ülkem hiç bir şeyin farkında değildi. Derken 28 Mayıs'ta ilk gaz sıkıldı ve başladı her şey; her şey bir gaz ve toz bulutuydu dedirtircesine başladı... 29 Mayıs'ta Twitter ve Facebook üzerinden yapılan paylaşımlar ile bir anda ve kendi kendine örgütlenen kitle ki beni bile ayaklandırdı haylazlar Gezi Parkı'nın yolunu tuttu. Belediyemizin ulaşım bazlı her türlü engelleme çalışmasına karşın Gezi'ye akın ediyordu İstanbullu. Önceden İstanbullu da sonradan İstanbullu da... Genç İstanbullu da, yaşlı İstanbullu da... Kısacası HERKES, herkes tanımının içinde yer alanların tamamı Gezi Parkı'nı korumak için akıyordu Taksim'e. Akıyorduk Taksim'e arkadaşlarımızla, metrodan Mecidiyeköy'de inmiştik, çünkü oraya kadar çalışıyordu, başka arkadaşlarımızla iç çıkışı buluşup yürümeye başlamıştık. Şenlik havasındaydı. Sloganlar atıyorduk, her telden slogan atıyordu kalabalık. İsteyen istediğine eşlik ediyordu. Kadın, erkek, çoluk, çocuk herkes vardı. Herkes kendine yakın bulduğu slogana eşlik ediyordu, yalnızca küfür etmiyordu, etmiyorduk. Osmanbey civarında ilk gazımızı çektik ciğerimize. Neyse ki yirmi yıl içtiğim sigarayı beş yıldır içmiyordum da ciğerlerim sağlığına kavuşmuştu, gazı yeyince anladım sigaranın ne kadar zararlı olduğunu, bir yandan da keşke sigara dumanı olsaydı bu dedim, gözümü, genzimi, burnumu; her yerimi yakmıştı. Panikle geri çekilmeye başladık, insanların bir kısmı sakin sakin diyordu ısrarla, öğrendik orada sakin olmayı. Bir arkadaşımla bir apartmana sığındık. Sonra yeniden toparlandık ve yürümeye başladık sloganlarımızla, derken daha ağır geldi gaz kokusu ve ilk TOMA ile o anda tanıştım, TOMA dedikleri şeyi kendi gözlerimle görmek gururlandırdı o anda beni. Bu arada taa Denizli'den bir eczacı arkadaşımın uyarısı ile yanıma yüzücü gözlüğü, antasitli solüsyon ve maske almam gerektiğini öğrendim ama heyecandan yalnızca maske ile çıktım Gezi Parkı yoluna. Gazı yeyince anladım unuttuklarımın ve yapılan desteğin değerini. Gözlerimden acı ile akan yaşa sağdan soldan uzanan solüsyon sıkan tanımadığım güzel eller destek oldu, hem bana hem arkadaşıma. Diğer arkadaşlarımızla yitirdik birbirimizi kalabalıkta ve gaz bulutu içinde. Merak ettikçe telefonların çektiği ölçüde sorduk birbirimizi ama o gece bir daha bir araya gelemedik. Bir geri iki ileri Hilton Otel hizasına kadar geldik. Gaz sıkıldıkça kaçışma durmuştu artık, öğrenilmişti sakin olmak, sakin kalmak, sakin geri çekilmek ve sakince geri toplanıp yeniden ileriye doğru yürümek. Bir kaç saat sürdü bu git geller ve İstanbul Radyosu önüne kadar geldik. Gezi görünmüştü artık, geldik derken polis öyle bir geliş yaptı ki anlatamam. Adeta kazıma çalışması, önden Sevgili TOMA, ardından 40-50 kadar yere paralel şekilde tüfeklerinden gaz ata ata geldiler üstümüze. Sakince kaçıştık yine öğrendiğimiz ve alıştığımız şekilde. Birine çarpınca iki kişi birden pardon diyordu, affedersiniz diyordu, gözlerine solüsyon sıkıyor yanında getirdiği fazla maskeyi gereksinim duyana veriyordu. Bu arada İstanbul Diş Hekimleri Odası penceresinden maskeler atıldı, alkışlarla teşekkür ettik sevgili diş hekimlerimize... Ne mutlu ki bize sağlığımızı düşünen birileri vardı...
Her şey 27 Mayıs'ta başlamış. Başlamış diyorum çünkü; her şey çok sessizce gidiyordu ve ben de dahil olmak üzere sessiz ülkem hiç bir şeyin farkında değildi. Derken 28 Mayıs'ta ilk gaz sıkıldı ve başladı her şey; her şey bir gaz ve toz bulutuydu dedirtircesine başladı... 29 Mayıs'ta Twitter ve Facebook üzerinden yapılan paylaşımlar ile bir anda ve kendi kendine örgütlenen kitle ki beni bile ayaklandırdı haylazlar Gezi Parkı'nın yolunu tuttu. Belediyemizin ulaşım bazlı her türlü engelleme çalışmasına karşın Gezi'ye akın ediyordu İstanbullu. Önceden İstanbullu da sonradan İstanbullu da... Genç İstanbullu da, yaşlı İstanbullu da... Kısacası HERKES, herkes tanımının içinde yer alanların tamamı Gezi Parkı'nı korumak için akıyordu Taksim'e. Akıyorduk Taksim'e arkadaşlarımızla, metrodan Mecidiyeköy'de inmiştik, çünkü oraya kadar çalışıyordu, başka arkadaşlarımızla iç çıkışı buluşup yürümeye başlamıştık. Şenlik havasındaydı. Sloganlar atıyorduk, her telden slogan atıyordu kalabalık. İsteyen istediğine eşlik ediyordu. Kadın, erkek, çoluk, çocuk herkes vardı. Herkes kendine yakın bulduğu slogana eşlik ediyordu, yalnızca küfür etmiyordu, etmiyorduk. Osmanbey civarında ilk gazımızı çektik ciğerimize. Neyse ki yirmi yıl içtiğim sigarayı beş yıldır içmiyordum da ciğerlerim sağlığına kavuşmuştu, gazı yeyince anladım sigaranın ne kadar zararlı olduğunu, bir yandan da keşke sigara dumanı olsaydı bu dedim, gözümü, genzimi, burnumu; her yerimi yakmıştı. Panikle geri çekilmeye başladık, insanların bir kısmı sakin sakin diyordu ısrarla, öğrendik orada sakin olmayı. Bir arkadaşımla bir apartmana sığındık. Sonra yeniden toparlandık ve yürümeye başladık sloganlarımızla, derken daha ağır geldi gaz kokusu ve ilk TOMA ile o anda tanıştım, TOMA dedikleri şeyi kendi gözlerimle görmek gururlandırdı o anda beni. Bu arada taa Denizli'den bir eczacı arkadaşımın uyarısı ile yanıma yüzücü gözlüğü, antasitli solüsyon ve maske almam gerektiğini öğrendim ama heyecandan yalnızca maske ile çıktım Gezi Parkı yoluna. Gazı yeyince anladım unuttuklarımın ve yapılan desteğin değerini. Gözlerimden acı ile akan yaşa sağdan soldan uzanan solüsyon sıkan tanımadığım güzel eller destek oldu, hem bana hem arkadaşıma. Diğer arkadaşlarımızla yitirdik birbirimizi kalabalıkta ve gaz bulutu içinde. Merak ettikçe telefonların çektiği ölçüde sorduk birbirimizi ama o gece bir daha bir araya gelemedik. Bir geri iki ileri Hilton Otel hizasına kadar geldik. Gaz sıkıldıkça kaçışma durmuştu artık, öğrenilmişti sakin olmak, sakin kalmak, sakin geri çekilmek ve sakince geri toplanıp yeniden ileriye doğru yürümek. Bir kaç saat sürdü bu git geller ve İstanbul Radyosu önüne kadar geldik. Gezi görünmüştü artık, geldik derken polis öyle bir geliş yaptı ki anlatamam. Adeta kazıma çalışması, önden Sevgili TOMA, ardından 40-50 kadar yere paralel şekilde tüfeklerinden gaz ata ata geldiler üstümüze. Sakince kaçıştık yine öğrendiğimiz ve alıştığımız şekilde. Birine çarpınca iki kişi birden pardon diyordu, affedersiniz diyordu, gözlerine solüsyon sıkıyor yanında getirdiği fazla maskeyi gereksinim duyana veriyordu. Bu arada İstanbul Diş Hekimleri Odası penceresinden maskeler atıldı, alkışlarla teşekkür ettik sevgili diş hekimlerimize... Ne mutlu ki bize sağlığımızı düşünen birileri vardı...
Yoldan kazımaya çalıştılar bizi. Benim ve arkadaşımın ilk ciddi eylemiydi bu ve korku ile sığındık bir kafeye cadde üzerinde her yeri cam olan bir kafeye. Görüyorduk polislerin sürek avını. Nişan alıp atıyorlardı. Kafe sahiplerinin uyarısı ile karartılmıştı mekan ve bizler de yerlere çökmüştük görünmemek için. Patlıyordu kapsüller dışarıda ardı ardına. Sesler durmak bilmiyordu. Gaz içeriye de çok ağır şekilde hükmetmişti. Bilmeyenler için söyleyeyim; önce göz,geniz ve burun yanıyor. Sonra yaşarma, ıslanma ve akıntı başlıyor. Kusma refleksi gelişiyor sonra. Duyduğunuz acı ise kalıcı... O haldeyken bile herkes birbirine sessizce yardım etmeye çalışıyordu ki asıl gözlerimi yaşartan da işte bu yardımseverlikti, yürüyüşün başından beri yaşadığımız... Dışarıda göz gözü görmüyordu artık, sürekli patlama sesleri ve biber gazı denilen illetin dumanı ve kokusu egemen olmuştu her yere. Bir süre daha kaldık içeride, sonra çalışanların yardım ve yönlendirmesi ile arka kapıdan çıkarak Hilton'un ön tarafına geçtik. Kalabalıktı orası da kalabalık olmasına ama gaz kapsülleri de ardı ardına patlıyordu yine, göz gözü görmüyordu. Son bir uğraşla Hilton Otel'e girdik. Otelin lobisi gazı yiyenlerin sığınağı halini almıştı. Biz de kendimize bir yer bulmak üzere lobiden geçerek terasına yerleştik otelin ki, garip duygulara büründüm oturduğumuzda; direnişe gelmiştik ve eşsiz boğaz manzarası vardı sığındığımız yerde. Düşünsenize ekonomik durumunuzun iyiliğine paralel olarak gelebileceğiniz bir otelin terasında boğaza bakarak hava almaya çalışıyorsunuz, telefonunuzu şarj ediyorsunuz. Başka eylemcilerle tanışıyorsunuz. Gerçekten hoş ve bir o kadar da tuhaftı orada olmak... Gece yarısını geçmişti saatler ve artık dönmek istiyorduk, otel çalışanlarına konukseverlikleri için teşekkür ederek otelin taksilerinden birine binerek, otel müşterileri için açılan özel yoldan geçerek ulaştık eve. Polisin ısrarına! karşın güvenlik müdürü vermemişti bizleri polise. Harbiye'de gaz bombaları patlıyordu hala ve biz uzaklaşmaya başlamıştık artık. Balmumcu'da trafiğin kesildiğini gördük tencere tava eylemcileri tarafından ki gecenin bir yarısı olmasına karşın dökülmüştü çapulcu halk sokağa, alkışlarla inliyordu sokaklar, pencereler, balkonlar...
Biber gazının genzimizde bıraktığı tat ve duyularımızda bıraktığı sinir bile ''bugün ayrıldım ama yarın gene geleceğim'' dememizi engelleyemedi.
1 Haziran'da daha kalabalık olarak toplandık ki ondokuz yıldır görmediğim bir arkadaşım da vardı eylemci dostların içinde. Taksim'deydik, Taksim coşkuluydu, sloganlar, yürüyüşler, cıvıl cıvıldı her yer. Biz de bu coşkuya kaptırdık kendimizi ve Nevizade'de bulduk kendimizi. Sonra ne için bulunduğumuzu düşündük ve kalktık oradan. Beşiktaş'ta çatışma olduğu haberleri geldi, barikatlar kurulduğu haberleri düştü sosyal medyaya. Gece saat 03.00'e kadar Taksim'de takıldık ve İnönü Stadı'nın oradan yürüyerek geçtik indik caddeye. Barikatlarda ateşler yanıyordu hala, kimsecikler yoktu çevresinde. Sahil yoluna inince sivil polisler ve çevik kuvvet grupları karşıladı bizi. Üstümüzü, çantalarımızı aradılar, zaten nefes almak çok zordu her yer bembeyazdı gecenin bu saatinde ama sert bir üslupla üstümüzü aradılar, maske, solüsyon, gözlük üçlüsünün niye yanımızda olduğunu falan sordular sonra kovarcasına uzaklaşın gidin dediler. Biz de uzaklaştık ve önce bir yerde çorba içtik ve sonrasında evlerimize dağıldık. Yine gazı yemiştik, bu kez bir de fırça yemiştik üstüne üstlük, sanırım gaz yemenin armağanı idi fırça...
Pazar günü ne yaptık? Yine toplandık gittik, bazı arkadaşlarımız gelemedi başka bazı arkadaşlarımız dahil oldu gruba. Bu arada Cumartesi günü aldığımız karar ile Taksim sınırlarında alkol tüketmemeyi tercih ettik. 1 Haziran'da bira içmiştim sonrasında hiç bir Taksim gününde tek yudum dahi almadım. Amaca uygun davranma kararıydı aslında bu. Hemen hemen her gün gitmeye başladım, kesin buradadır dediğim arkadaşlarımla orada buluşmaya başladık. Gelemeyenler için de durumu paylaşmaya başladım. Medyamızın penguenlerin çiftleşmesini anlattığı bir dönemde bizlerin gerçeklere dayalı paylaşımlarının önemli olduğunu biliyor ve ona göre hareket ediyordum. Arkadaşlarımın paylaşımlarımla ilgili teşekkür içeren mesajları daha da özendiriyordu. Ben de paylaşmaya devam ettim. Taksim, polisin çekilmesi ile birlikte baharı yaşamaya başlamıştı. Gaz yerken birbirine destek olan, çarpışan iki kişinin gazın acısına karşın durup birbirinden özür dileyen topluluk kalabalık şekilde Taksim'i korumaya ve güzelleştirmeye başlamıştı. İlk günlerde küfürlü sloganlar da duyulmuştu ancak artık yoktu, insanların birbirlerini uyarması sonucu küfür temizlenmişti. Duvarlardaki küfür içeren yazılar, Gezi Parkı sakinleri tarafından başka şekillere sokuluyor ve küfür duvarlardan da kibarca temizleniyordu. Günler geceler bu şekilde geçmeye başladı. Coşku, katılım her geçen gün artıyordu. Artık metro Taksim'e kadar çalışmaya başlamıştı. İnsanlar iş çıkışı akıyordu Taksim'e. Zaman zaman provakatif girişimler olsa da meydanın sağduyusu kazanıyordu hep. 30 saniye sürmeden sakinleşiyordu ortam. Gezi Parkı'nda farklılıkların birliği vardı. Herkesi oraya getiren neden farklı olmakla birlikte aynı dil konuşuluyordu; sevgi ve saygı dili. Herkes birbirini seviyor ve sayıyordu. Düşünce, yaşam biçimi, ekonomik durum, yaş, din, dil ayrımı kalmamıştı. Komün yaşamı başlamıştı. Dayanışmaya destek amacıyla çapulcuları destekleyenlerin getirdikleri park sakinleri tarafından paylaşılıyordu. Gereksinimi olan gereksinimi kadar alıyordu her hangi bir şeyden. İzdiham, kavga vb yoktu. İnsanlık vardı...
Günler geçtikçe meydan ve park kendi ekonomisini yarattı. Seyyar satıcılar adeta patladı hatta Zaytung'a haber bile oldu. Köfte, su, karpuz, maske, gözlük satıcılarının arasına her türlü yiyecek, içecek ve çeşitli tüketim maddesi satıcısı eklendi. Taksim Dayanışma Platformu ve Park sakinleri Gezi Parkı içinde içki içilmemesi konusunda çeşitli uyarıları yapmış olmasına ve her yerde ''ayık ol, amacını unutma'' yazıları olduğu halde Taksim'i ve ortamı ziyarete gelenler neredeyse bakkal fiyatına buldukları biraları bolca tükettiler günlerce, gecelerce. Her sabah Gezi Parkı sakinleri tarafından temizlendi kalabalığın bıraktığı çeşitli atıklar. Kalabalık arttıkça temizlik de zorlaşmaya başladı normal olarak. Bana burada ilginç gelen noktayı paylaşmak istiyorum; bakkal fiyatı 25 kuruş olan su 1 Liraya satılırken, 4,50 Lira olan bira 5 Liraya satılıyordu. Taşıdığına değmez diyordum o kadar cam şişe, o ağırlık, sanki işin içinde bir iş var gibi geldi bana. Bira firmalarının desteklediği iddialarının ise tamamen karalama amaçlı olduğunu biliyorum. Dış mihraklar yaptı ve bira şirketleri destekledi yaklaşımı yalnızca sulandırma amaçlıdır bu olağanüstü direnişi ki sulandıramadılar, sulandıramazlar.
Bu arada seyyar satıcıların yanı sıra dilenciler peydahlandı bir anda sanki birileri göndermiş gidin orada dilenin demiş gibi, ballyci, tinerci diye tanımlananlar da arttı bir anda. Pazar günkü gözlemlerim sayısal olarak doruk noktasına işaret ediyordu. Sanki güvenlik zaafı yaşanması istenircesine artmıştı sayı. Çarşı Grubunun değerli liderlerinden birinin seyyar bira satıcılarını ikna ederek park dışına çıkarma çabası sırasında bıçaklanması müdahaleye davetiye çıkardı. Parkın sakinleri her türlü güzelliği yaparken, çıkar için orada olanlardan biri tarafından bir güzel insan bıçaklanmıştı, teselli bulduğumuz nokta hafif atlatmış olmasıydı. Bir santimetre ile yaşama tutunmuştu aslına bakarsanız. Bir santim uzağına girse bıçak, o güzel insanı kan kaybından yitirmemiz işten bile değildi...
Derken 11 Haziaran'a geldik. Geçen her gün, her sessiz geçen gün gerilimi de tırmandırıyordu Taksim'in dışında. Kuzey Afrika turu sonrası mitingler başlamıştı. %50 söylemleri ile kutuplaştırma çalışmaları hız kazanmıştı. 11 Haziran'da meydan hıncahınç doluyorken ve henüz slogan atılmamışken bir anda nereden geldiği belli olmayacak sıklıkta gaz kapsülleri yağmaya başladı meydanın üstündeki biz çapulcuların üstüne üstüne... Kaçışma başlar gibi olduğunda bir yandan sakin olun çağrısı yapıyorduk, ne de olsa 31 Mayıs'ta öğrenmiştik sakin olmayı ve sakin olun demeyi. Meydanın İstiklal Caddesi girişine yakın bir noktadaydım ve ortalık bir anda bembeyaz olmuştu. Maskeyi takana kadar o muhteşem biber gazını doyasıya çektim ciğerlerime. ''Öksürünceye, tıksırıncaya, aksırıncaya kadar'' çektim. Bir yandan da uzaklaşmaya çalıştım. Gözlüğü gözüme takınca rahatladım ancak, gaz bulutu nedeniyle görünmüyordu hiç bir şey ve gaz yağmuru sürüyordu. Zar zor bir nargile kafeye girdim son adam olarak. Girdikten sonra kapattılar kapıyı. İçerisi tıklım tıklım doluydu gaz acısı çekenlerle. 5-10 dakika olmuştu ki bizi dışarı çıkardılar, gidin tehlike geçti kapatıyoruz diyerek hala gazlanmakta olan sokağa attılar. Oradan çıktıktan sonra, eylem için geldikçe zaman zaman yenilenmeye uğradığım dost mekana geçmeyi başardım. Dışarıda tek yönlü bir savaş vardı. Bir taraf gaz sıkıyor bir taraf kaçışıyordu. Bulunduğum kafe sokaktaki herkesin yardımına koştu, içeri aldı ve hazırladığı solüsyonlarla ilk yardımı yaptı. Polis, kafenin kapısına kadar geldi, üst katta olmamız ve sessizce oturuyor olmamız nedeniyle bizi göremedi ve yalnızca! sokağı gazlamakla yetindi. Meydanda olup da gaz yiyen arkadaşlarımızla mesajlaştık ve durumun 11 Haziran gecesi için çok vahim olduğunu ve polisin meydana kimseyi almamak için kimseye acımayacağını net olarak gördük. Saatler 23.00'ü gösterirken Tarlabaşı'nda bekleyen Aksaray dolmuşuna binerek Taksim'den uzaklaştım. Nefretimi güçlendirdi gaz, gazı sıkanlar ve gaz sıkılması talimatını verenler. Ciğerlerim bayram etmişti, sigarasız geçen yılların acısını kat be kat çıkarmak üzere çok iyi geldi. Elleriniz dert görmesin.
11 Haziran gecesi öfkenin çığ gibi büyüdüğünü gördüm göz göze geldiğimiz, konuştuğumuz insanlarda. Gözler ateş püskürüyordu, korku da vardı biraz sanki ama yılgınlık yoktu. Düşünmeye eşlik ediyordu adeta gözler, direnişi sürdürümü için ne yapmalıyız düşüncesine...
Takvimler 13 Haziran'ı gösterdiğinde Taksim Platformu'ndan bir heyetin ve bazı sanatçı ve yusufçukların Başbakanlıkta görüşme yapacakları bilgisi düştü medyaya. Heyette yok yoktu. Direişçilerle omuz omuza gaz yiyen de vardı, mizansen kamberleri de... Çıkışta önce Bakan Hüseyin Çelik konuştu, sonra heyet adına belirlenmiş konuşmacılar aktardı durumu. Heyet adına konuşanlar son sözün Taksim'de direnenlerde olduğunun altını çizdiler ta ki Sunay Akın'ın araya girip aşağıdaki linkteki meşhur talihsiz konuşmasını yapana kadar. Zafer kazanılmış gibi anlattı her şeyi. O çok sevdiğim, gösterilerini defalarca izlediğim, Oyuncak Müzesi'ni ziyaret ettiğim. Bugüne kadar kitaplarını okumak ve armağan etmekten mutlu olduğum Sunay Akın... Sunay Akın bu konuşmayı yaparken bir anda yok oldu gitti bendeki etkisi, güvenilirliği, özetle Sunay Akın bitti benim için. Yazık etti bu sevgiye, demek ki kandırmış bizleri. Olsun alıştık kandırılmaya ve dönenlere...
http://www.posta.com.tr/video-izle/turkiye/Gezi-Parki-gorusmesi-ardindan-sanatcilarin-aciklamalari.htm?VideoID=10016
15 Haziran'da bir çapulcu arkadaşımla konuşuyorduk, bu eylem bitirilmeli mi? Bitirilecekse nasıl bir son yapılmalı. Gün boyu çok şey konuştuk bu çerçevede. Bu arada Taksim Dayanışma Platformu da ''mücadeleye devam'' kararını duyurdu. Bu duyuru üzerine herkes Taksim'e gitmek üzere hazırlanırken Taksim'e erişimi kesmek için her yol denendi. Akşam saatlerinde Taksim'e giden her yolda polis müdahalesi başladı. Sabah erken saatlerde direnişin kahramanlarından Çarşı Grubu'nun önemli isimleri evlerinden alınarak gözdağı verilmeye çalışıldı. Çarşı'nın direnişteki önemini tüm dünya biliyor ki gerçekten çok değerliydi yaptıkları... Her türlü sindirme uğraşlarına karşın da dimdik devam ediyor saygın Çarşı Duruşu'na. Ultraslan'ın duruşu daha doğrusu duramayışı ise nasıl bir taraftar grubu olduğu hakkındaki düşüncelerimizi perçinledi. Galatasaray Lisesi ve Galatasaray Üniversitesi duruşu ile bağdaşmayan bir tavır, yazık çok yazık...
Çarşı her şeye karşı'n Beşiktaş'ta toplanmaya başlamıştı. Çıkacak karara göre de hareket edilecekti. Karar Beşiktaş'ta kalmak yolunda çıktı. Çarşı, Beşiktaş Çarşı'da kalma kararı verdi Taksim'e çıkmak isteyenler yaklaşık 10.000 kişi olduğunu söyledi o anda orada olan arkadaşım ve Taksim'e doğru yürüyüşe geçtiler. Nişantaşı'na gelemeden gaza boğuldular, sokak aralarında, apartman boşluklarında polis ile köşe kapmaca. Köşe kapmacanın ana unsuru bilindiği gibi biber gazı idi ki gazı soluyanlar bilirler nasıl olduğunu. En son 11 Haziran'da soludum doyasıya, üzerinden 24 gün geçti hala ağrı var göğsümde, yaklaşık beş yıldır sigara içmediğim ve sigaralı ortamlarda bulunmadığım halde. 15 Haziran Cumartesi tarihe kazınan bir gece oldu yine, İstanbul'un daha yeşil kalmasını isteyenler yine gaza boğuldu ki gaz bombardımanı olan her yerde evlere kadar girdiği de biliniyor. Neyse ki ''vergilerimiz son kuruşuna kadar bize döndü'' dedi birileri twitter'da. Evet son kuruşuna kadar döndü ve dönmeye de devam ediyor yeni alınan Tomalar ve biten gaz stoklarının yenilenmesi ile... Taksim Dayanışma'nın açıklaması ile ilgili Ekşi Sözlük yorumlarını da paylaşıyorum;
http://eksisozluk.com/15-haziran-2013-taksim-dayanismasinin-aciklamasi--3880186
http://gezisekmeleri.tumblr.com/
Aslında yazacak o kadar an var ki Gezi Parkı ile ilgili yaşadığım. Her günü o anda yazmamış olmanın mahcupluğuyla bitiriyorum burada. Sürçü lisan etti isem affola... Gazın etkisine verin...
Sağlıkla, sevgiyle...
Taylanca
Biber gazının genzimizde bıraktığı tat ve duyularımızda bıraktığı sinir bile ''bugün ayrıldım ama yarın gene geleceğim'' dememizi engelleyemedi.
1 Haziran'da daha kalabalık olarak toplandık ki ondokuz yıldır görmediğim bir arkadaşım da vardı eylemci dostların içinde. Taksim'deydik, Taksim coşkuluydu, sloganlar, yürüyüşler, cıvıl cıvıldı her yer. Biz de bu coşkuya kaptırdık kendimizi ve Nevizade'de bulduk kendimizi. Sonra ne için bulunduğumuzu düşündük ve kalktık oradan. Beşiktaş'ta çatışma olduğu haberleri geldi, barikatlar kurulduğu haberleri düştü sosyal medyaya. Gece saat 03.00'e kadar Taksim'de takıldık ve İnönü Stadı'nın oradan yürüyerek geçtik indik caddeye. Barikatlarda ateşler yanıyordu hala, kimsecikler yoktu çevresinde. Sahil yoluna inince sivil polisler ve çevik kuvvet grupları karşıladı bizi. Üstümüzü, çantalarımızı aradılar, zaten nefes almak çok zordu her yer bembeyazdı gecenin bu saatinde ama sert bir üslupla üstümüzü aradılar, maske, solüsyon, gözlük üçlüsünün niye yanımızda olduğunu falan sordular sonra kovarcasına uzaklaşın gidin dediler. Biz de uzaklaştık ve önce bir yerde çorba içtik ve sonrasında evlerimize dağıldık. Yine gazı yemiştik, bu kez bir de fırça yemiştik üstüne üstlük, sanırım gaz yemenin armağanı idi fırça...
Pazar günü ne yaptık? Yine toplandık gittik, bazı arkadaşlarımız gelemedi başka bazı arkadaşlarımız dahil oldu gruba. Bu arada Cumartesi günü aldığımız karar ile Taksim sınırlarında alkol tüketmemeyi tercih ettik. 1 Haziran'da bira içmiştim sonrasında hiç bir Taksim gününde tek yudum dahi almadım. Amaca uygun davranma kararıydı aslında bu. Hemen hemen her gün gitmeye başladım, kesin buradadır dediğim arkadaşlarımla orada buluşmaya başladık. Gelemeyenler için de durumu paylaşmaya başladım. Medyamızın penguenlerin çiftleşmesini anlattığı bir dönemde bizlerin gerçeklere dayalı paylaşımlarının önemli olduğunu biliyor ve ona göre hareket ediyordum. Arkadaşlarımın paylaşımlarımla ilgili teşekkür içeren mesajları daha da özendiriyordu. Ben de paylaşmaya devam ettim. Taksim, polisin çekilmesi ile birlikte baharı yaşamaya başlamıştı. Gaz yerken birbirine destek olan, çarpışan iki kişinin gazın acısına karşın durup birbirinden özür dileyen topluluk kalabalık şekilde Taksim'i korumaya ve güzelleştirmeye başlamıştı. İlk günlerde küfürlü sloganlar da duyulmuştu ancak artık yoktu, insanların birbirlerini uyarması sonucu küfür temizlenmişti. Duvarlardaki küfür içeren yazılar, Gezi Parkı sakinleri tarafından başka şekillere sokuluyor ve küfür duvarlardan da kibarca temizleniyordu. Günler geceler bu şekilde geçmeye başladı. Coşku, katılım her geçen gün artıyordu. Artık metro Taksim'e kadar çalışmaya başlamıştı. İnsanlar iş çıkışı akıyordu Taksim'e. Zaman zaman provakatif girişimler olsa da meydanın sağduyusu kazanıyordu hep. 30 saniye sürmeden sakinleşiyordu ortam. Gezi Parkı'nda farklılıkların birliği vardı. Herkesi oraya getiren neden farklı olmakla birlikte aynı dil konuşuluyordu; sevgi ve saygı dili. Herkes birbirini seviyor ve sayıyordu. Düşünce, yaşam biçimi, ekonomik durum, yaş, din, dil ayrımı kalmamıştı. Komün yaşamı başlamıştı. Dayanışmaya destek amacıyla çapulcuları destekleyenlerin getirdikleri park sakinleri tarafından paylaşılıyordu. Gereksinimi olan gereksinimi kadar alıyordu her hangi bir şeyden. İzdiham, kavga vb yoktu. İnsanlık vardı...
Günler geçtikçe meydan ve park kendi ekonomisini yarattı. Seyyar satıcılar adeta patladı hatta Zaytung'a haber bile oldu. Köfte, su, karpuz, maske, gözlük satıcılarının arasına her türlü yiyecek, içecek ve çeşitli tüketim maddesi satıcısı eklendi. Taksim Dayanışma Platformu ve Park sakinleri Gezi Parkı içinde içki içilmemesi konusunda çeşitli uyarıları yapmış olmasına ve her yerde ''ayık ol, amacını unutma'' yazıları olduğu halde Taksim'i ve ortamı ziyarete gelenler neredeyse bakkal fiyatına buldukları biraları bolca tükettiler günlerce, gecelerce. Her sabah Gezi Parkı sakinleri tarafından temizlendi kalabalığın bıraktığı çeşitli atıklar. Kalabalık arttıkça temizlik de zorlaşmaya başladı normal olarak. Bana burada ilginç gelen noktayı paylaşmak istiyorum; bakkal fiyatı 25 kuruş olan su 1 Liraya satılırken, 4,50 Lira olan bira 5 Liraya satılıyordu. Taşıdığına değmez diyordum o kadar cam şişe, o ağırlık, sanki işin içinde bir iş var gibi geldi bana. Bira firmalarının desteklediği iddialarının ise tamamen karalama amaçlı olduğunu biliyorum. Dış mihraklar yaptı ve bira şirketleri destekledi yaklaşımı yalnızca sulandırma amaçlıdır bu olağanüstü direnişi ki sulandıramadılar, sulandıramazlar.
Bu arada seyyar satıcıların yanı sıra dilenciler peydahlandı bir anda sanki birileri göndermiş gidin orada dilenin demiş gibi, ballyci, tinerci diye tanımlananlar da arttı bir anda. Pazar günkü gözlemlerim sayısal olarak doruk noktasına işaret ediyordu. Sanki güvenlik zaafı yaşanması istenircesine artmıştı sayı. Çarşı Grubunun değerli liderlerinden birinin seyyar bira satıcılarını ikna ederek park dışına çıkarma çabası sırasında bıçaklanması müdahaleye davetiye çıkardı. Parkın sakinleri her türlü güzelliği yaparken, çıkar için orada olanlardan biri tarafından bir güzel insan bıçaklanmıştı, teselli bulduğumuz nokta hafif atlatmış olmasıydı. Bir santimetre ile yaşama tutunmuştu aslına bakarsanız. Bir santim uzağına girse bıçak, o güzel insanı kan kaybından yitirmemiz işten bile değildi...
Derken 11 Haziaran'a geldik. Geçen her gün, her sessiz geçen gün gerilimi de tırmandırıyordu Taksim'in dışında. Kuzey Afrika turu sonrası mitingler başlamıştı. %50 söylemleri ile kutuplaştırma çalışmaları hız kazanmıştı. 11 Haziran'da meydan hıncahınç doluyorken ve henüz slogan atılmamışken bir anda nereden geldiği belli olmayacak sıklıkta gaz kapsülleri yağmaya başladı meydanın üstündeki biz çapulcuların üstüne üstüne... Kaçışma başlar gibi olduğunda bir yandan sakin olun çağrısı yapıyorduk, ne de olsa 31 Mayıs'ta öğrenmiştik sakin olmayı ve sakin olun demeyi. Meydanın İstiklal Caddesi girişine yakın bir noktadaydım ve ortalık bir anda bembeyaz olmuştu. Maskeyi takana kadar o muhteşem biber gazını doyasıya çektim ciğerlerime. ''Öksürünceye, tıksırıncaya, aksırıncaya kadar'' çektim. Bir yandan da uzaklaşmaya çalıştım. Gözlüğü gözüme takınca rahatladım ancak, gaz bulutu nedeniyle görünmüyordu hiç bir şey ve gaz yağmuru sürüyordu. Zar zor bir nargile kafeye girdim son adam olarak. Girdikten sonra kapattılar kapıyı. İçerisi tıklım tıklım doluydu gaz acısı çekenlerle. 5-10 dakika olmuştu ki bizi dışarı çıkardılar, gidin tehlike geçti kapatıyoruz diyerek hala gazlanmakta olan sokağa attılar. Oradan çıktıktan sonra, eylem için geldikçe zaman zaman yenilenmeye uğradığım dost mekana geçmeyi başardım. Dışarıda tek yönlü bir savaş vardı. Bir taraf gaz sıkıyor bir taraf kaçışıyordu. Bulunduğum kafe sokaktaki herkesin yardımına koştu, içeri aldı ve hazırladığı solüsyonlarla ilk yardımı yaptı. Polis, kafenin kapısına kadar geldi, üst katta olmamız ve sessizce oturuyor olmamız nedeniyle bizi göremedi ve yalnızca! sokağı gazlamakla yetindi. Meydanda olup da gaz yiyen arkadaşlarımızla mesajlaştık ve durumun 11 Haziran gecesi için çok vahim olduğunu ve polisin meydana kimseyi almamak için kimseye acımayacağını net olarak gördük. Saatler 23.00'ü gösterirken Tarlabaşı'nda bekleyen Aksaray dolmuşuna binerek Taksim'den uzaklaştım. Nefretimi güçlendirdi gaz, gazı sıkanlar ve gaz sıkılması talimatını verenler. Ciğerlerim bayram etmişti, sigarasız geçen yılların acısını kat be kat çıkarmak üzere çok iyi geldi. Elleriniz dert görmesin.
11 Haziran gecesi öfkenin çığ gibi büyüdüğünü gördüm göz göze geldiğimiz, konuştuğumuz insanlarda. Gözler ateş püskürüyordu, korku da vardı biraz sanki ama yılgınlık yoktu. Düşünmeye eşlik ediyordu adeta gözler, direnişi sürdürümü için ne yapmalıyız düşüncesine...
Takvimler 13 Haziran'ı gösterdiğinde Taksim Platformu'ndan bir heyetin ve bazı sanatçı ve yusufçukların Başbakanlıkta görüşme yapacakları bilgisi düştü medyaya. Heyette yok yoktu. Direişçilerle omuz omuza gaz yiyen de vardı, mizansen kamberleri de... Çıkışta önce Bakan Hüseyin Çelik konuştu, sonra heyet adına belirlenmiş konuşmacılar aktardı durumu. Heyet adına konuşanlar son sözün Taksim'de direnenlerde olduğunun altını çizdiler ta ki Sunay Akın'ın araya girip aşağıdaki linkteki meşhur talihsiz konuşmasını yapana kadar. Zafer kazanılmış gibi anlattı her şeyi. O çok sevdiğim, gösterilerini defalarca izlediğim, Oyuncak Müzesi'ni ziyaret ettiğim. Bugüne kadar kitaplarını okumak ve armağan etmekten mutlu olduğum Sunay Akın... Sunay Akın bu konuşmayı yaparken bir anda yok oldu gitti bendeki etkisi, güvenilirliği, özetle Sunay Akın bitti benim için. Yazık etti bu sevgiye, demek ki kandırmış bizleri. Olsun alıştık kandırılmaya ve dönenlere...
http://www.posta.com.tr/video-izle/turkiye/Gezi-Parki-gorusmesi-ardindan-sanatcilarin-aciklamalari.htm?VideoID=10016
15 Haziran'da bir çapulcu arkadaşımla konuşuyorduk, bu eylem bitirilmeli mi? Bitirilecekse nasıl bir son yapılmalı. Gün boyu çok şey konuştuk bu çerçevede. Bu arada Taksim Dayanışma Platformu da ''mücadeleye devam'' kararını duyurdu. Bu duyuru üzerine herkes Taksim'e gitmek üzere hazırlanırken Taksim'e erişimi kesmek için her yol denendi. Akşam saatlerinde Taksim'e giden her yolda polis müdahalesi başladı. Sabah erken saatlerde direnişin kahramanlarından Çarşı Grubu'nun önemli isimleri evlerinden alınarak gözdağı verilmeye çalışıldı. Çarşı'nın direnişteki önemini tüm dünya biliyor ki gerçekten çok değerliydi yaptıkları... Her türlü sindirme uğraşlarına karşın da dimdik devam ediyor saygın Çarşı Duruşu'na. Ultraslan'ın duruşu daha doğrusu duramayışı ise nasıl bir taraftar grubu olduğu hakkındaki düşüncelerimizi perçinledi. Galatasaray Lisesi ve Galatasaray Üniversitesi duruşu ile bağdaşmayan bir tavır, yazık çok yazık...
Çarşı her şeye karşı'n Beşiktaş'ta toplanmaya başlamıştı. Çıkacak karara göre de hareket edilecekti. Karar Beşiktaş'ta kalmak yolunda çıktı. Çarşı, Beşiktaş Çarşı'da kalma kararı verdi Taksim'e çıkmak isteyenler yaklaşık 10.000 kişi olduğunu söyledi o anda orada olan arkadaşım ve Taksim'e doğru yürüyüşe geçtiler. Nişantaşı'na gelemeden gaza boğuldular, sokak aralarında, apartman boşluklarında polis ile köşe kapmaca. Köşe kapmacanın ana unsuru bilindiği gibi biber gazı idi ki gazı soluyanlar bilirler nasıl olduğunu. En son 11 Haziran'da soludum doyasıya, üzerinden 24 gün geçti hala ağrı var göğsümde, yaklaşık beş yıldır sigara içmediğim ve sigaralı ortamlarda bulunmadığım halde. 15 Haziran Cumartesi tarihe kazınan bir gece oldu yine, İstanbul'un daha yeşil kalmasını isteyenler yine gaza boğuldu ki gaz bombardımanı olan her yerde evlere kadar girdiği de biliniyor. Neyse ki ''vergilerimiz son kuruşuna kadar bize döndü'' dedi birileri twitter'da. Evet son kuruşuna kadar döndü ve dönmeye de devam ediyor yeni alınan Tomalar ve biten gaz stoklarının yenilenmesi ile... Taksim Dayanışma'nın açıklaması ile ilgili Ekşi Sözlük yorumlarını da paylaşıyorum;
http://eksisozluk.com/15-haziran-2013-taksim-dayanismasinin-aciklamasi--3880186
http://gezisekmeleri.tumblr.com/
Aslında yazacak o kadar an var ki Gezi Parkı ile ilgili yaşadığım. Her günü o anda yazmamış olmanın mahcupluğuyla bitiriyorum burada. Sürçü lisan etti isem affola... Gazın etkisine verin...
Sağlıkla, sevgiyle...
Taylanca
Elinize, gözünüze, ağzınıza, ciğerlerinize ve yüreğinize sağlık. :) Orada olamayanları oradaymış gibi hissettirdiniz. Yalnız bir farkla, gazı yiyen siz sefayı süren biz. pek adil değil ama bir gaz alacağımız olsun. Sevgi ile
YanıtlaSilBenim yediğim, oralarda sürekli olanların yanında hiç bir şey değil. Güzel olan şu ki gaz yiyen herkes hepimiz adına yedi. Gelebilecek durumda olan herkes tüm Türkiye'de yürekleri çarparak evinde ya da meydanda destekliyordu. Teşekkürler
Sil